“Yassah Hemşerim!” türü kafanın son marifetidir 27 Nisan E-Muhtırası.
    Konuyu biraz açalım:
    Biliyorsunuz ülkemizde seçimler yapılır. Anayasa gereği iktidarda olsun, muhalefette olsun demokrasinin vazgeçilmez unsurları olan-daha doğrusu olması gereken- partiler seçimlere katılırlar.


    Bizde bu partilerden dilediğimize oy verir ve onların irademiz dâhilinde Mecliste bizleri temsil etmesini sağlarız.


    Yine Anayasa gereği Cumhurbaşkanını da bizlerin seçmiş olduğu bu Meclis seçer. Böylece temsili demokrasi yoluyla esasen Cumhurun Reisini bizler seçmiş oluruz.


    Lakin her Cumhurun-bizlerin- Reisi seçilirken birileri bizlerin iradesine posta koyar ve bunda başarılıda olurdu.
    Bunun en son kalkışması beş yıl önce yaşandı. Asker hiç üzerine vazife değilken bir e-muhtıra yayınlayarak meclise gözdağı vermek istedi.
    Tabii Asker bu eyleminde yalnız değildi. Yargıdan ve en acıklısı demokrasinin o vazgeçilmez unsuru olması gereken siyasilerden de işbirlikçiler buluyordu.


    Emekli Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanatoğlu 367 diye son derece gülünç bir formülü(!) alelacele siyasi ortamın sinir uçlarına pompaladı.
    Formül(!) şuydu: Reisicumhur seçimine en az 367 milletvekili katılmazsa bu seçim- çocukluğumuzda oyun oynarken kullandığımız tabirle- sayılanmazdı.


    Bundan sonra iş Askerin tehdidi ile henüz demokrasiyi hazmedememiş, köylü kafalı siyasileri korkutmak ve elma şekeri ile kandırmaya kalmıştı.
    Meclise girme ihtilal olacak!
    İhtilalden sonra sana gün doğacak.!?!


    Bu havuç ve sopa politikasına maalesef kanan köylü kurnazı açıkgöz vekillerimiz çıkmadı değil.


    Ama bu oradan oraya sek sek zıplayanların; her salatalığım var diyenlerin çağrısına  ‘tuzu cebinde hazır’  koşanların son kurnazlıkları oldu.


    Daha sonra yapılan seçimde bu partileri ve liderlerini millet vermiş olduğu muhtıra ile meclisin dışına attı... Hatta siyasi hayatın çöp tenekesine fırlattı.
    Bunlar o çöp tenekesinden dillerini uzatıp “Türkiye’de Muhafazakârlar evvela köylülüklerini itiraf etsinler” diye cevap yetiştirmeye çalışsalar da artık nafileydi.


    Sınav yapılmış, kazanan kazanmış kaybeden kaybetmişti.
    Herkes hak ettiği yerde tarafını belirlemişti.
    Ortamı boş bulduklarında sosyal yeteneklerinin çok üstünde rol biçenler ilk basit bir tehdit karşısında başlarını önlerine eğip gerçek mevkilerine kös kös rücu etmişlerdi.


    Ya imtihanı kazananlar. Onlar e-muhtıra karşısında dik durarak vesayet sisteminin kalkması noktasında milletle beraber en önemli kavşağı ustaca almış oluyorlardı.


    Geçen gün Taraf’ta çıktı: Abdullah Gül ve Recep Tayip Erdoğan o gece idamı göze almışlar.

    İyi ki almışlar; tabanları yağlamayıp vesayetin çanına ot tıkamışlar...


    Bu arada tehdide pabuç bırakmayıp Milletin Meclisine giren DYP’den Ümmet Kandoğan ile  Mehmet Eraslan’ı ve yine ANAP’ dan Miraç Akdoğan ile Hasan Özyer’i hürmetle anarak tarihe bir kez daha not düşelim.
    Düşelim ki, gerek muhtıracılar ve gerekse işbirlikçileri kimlerin adı tarihe nasıl düşüyor ibretle bir kez daha baksınlar.


    Ümmet Kandoğan 27 Nisanda “hakkını helal et bugün her şey olabilir” diyerek eşi ile vedalaşarak meclise gittiğini söylüyor, Milat gazetesinde İsa Tatlıcan’a. Tatlıcan soruyor: “Girmeyenler siyasetten silineceklerini hiç düşünmediler mi?”
    
    Sayın Kandoğan’ın cevabı benim bile yüzümü kızartıyor doğrusu: “Onlar Ak Partinin silineceğinden ve askerlerin bu psikolojik savaştan zaferle çıkacağından çok eminlerdi”


    Sonra bir komutanın internete düşen telefon konuşmasında duyulan galiz küfrün muhatabı pek fena aldatıldığını anlamıştır her halde.
    
    Peki, yakın geçmişimizde yaşadığımız bu olayda muhtırayı kim kime verdi?
    Tamam, 27 Nisanda milletin iradesine karşı verilen bir muhtıra var.
    Bu muhtıra ile Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçimine dair oylamaya katılmayan partiler de var.


    Bu partilerin ‘Abdullah Gül muhafazakâr kafalı, dolayısı ile köylü, köylü bir kimseyi devletin başına oturtmayız’ diye bir hassasiyetle oylamaya katılmadığı söylenemez herhalde.


    Peki ya ne sebeple? Yukarıda değindik, havuç sopa politikası nedeniyle aslına rücu etme mecburiyeti nedeniyle.    


    Lakin dikkat: Film burada kopmadı aslında yeniden başladı ve kameralar tekrar kayıt dedi.
    Kendisini yönetmenlikte deneyimli sanan güya sanatçılarsa, mutlu sona erdik zannı ile salonu terk etti.
    Ama 28 Nisanda film koptuğu yerden yeniden çalışmaya başladı. Muhtıracı askere gereken cevap verildikten sonra erken seçim kararı açıklandı.
    Ve gerçek muhtırayı da bu millet verdi.
    Hem de hak eden herkese!
    
    
Not: Yazımdaki köylü lafı, bu vatandaşlarımızı
      Rencide etmek için değil, birilerinin beyanlarına atfen
        Kullanılmıştır. Okuyucularımdan
       Af diler beni anlayacağınızı umarım.