Güçlü bir ülkeyi nasıl tanımlayabiliriz? Mesela sorunları olmayan ülkedir diyebilir miyiz? Eğer dersek fahiş bir hata yaparız. Çünkü sorunu olmayan ne bir toplum ve nede bir ülke, tarih boyunca hiç olmamıştır. Zira sorunların bitmesi demek hayatın bitmesi demektir.


    O zaman demek ki güçlü bir toplumun iksirini sorunsuzlukta aramayacağız.


    Peki, nerede arayacağız? Aslında cevabı çok basit: Sorunlarını çözmedeki maharetinde... Çözüm bulmadaki orijinalliğinde... Sorun hakkında isabetli teşhislerde bulunup tedavisindeki becerisinde!


    Sanayi devrimi ile birlikte bütün dünya “küresel” anlamda bir sorunlar yumağı ile karşılaştı. Yaşanan sorunların en belirgin vasfı “Batı” kaynaklı olmasıydı. Çünkü yaşanılan devrim sadece Batı coğrafyası ile sınırlı kalmıyor tüm ülkelere ,bir ölçüde de olsa mecburen taşıyordu.


    Bu sorunlardan İslam Coğrafyası da müstağni kalamazdı. Kalamadı da... Batı sebebi olduğu sorunları, kendisi adına çözmek için bir ilim dalı bulmuştu. Merhum Baykan Sezer bu ilim dalının “sosyoloji” olduğunu söyler.
    Sezer bununla da kalmaz: Batının, Batı dışı ülkelerde yaşanan sorunlar içinde ayrı bir ilim dalı ihdas ettiğini söyler: Etnografya. Yani toplumları ve kavimleri karşılaştırarak inceleyen bilim...


    Batı kendisini tanımladığı gibi böylece ötekini de tanımlıyordu. Ben ileriyim, sen gerisin diyordu. Ben şöyle yaptım da ilerledim sende bana benzemek için böyle yap da ilerle diyordu.


    Hâlbuki Batı toplumlarının gelişimi ile örneğin bizlerin tarihi gelişimi son derece farklıydı. Bu farklılık zihinsel yapılanmayı da etkiliyordu. Mesela Batının oluşumu içerisinde “din” kavramının büründüğü anlam ile bizlerin zihinsel yapısındaki anlamının aynı olması mümkün değildi.
    Değildi çünkü: “din” kilisesi, ruhbanı ve ruhban sınıfının Krallıklar üzerindeki otoriter nüfuzu ile gerçektende Batı için çok büyük problemlere kaynaklık etmişti.
    Bizde ise ne örgütlenmiş bir cami kurumu ve nede bir ruhban sınıfı vardı.


    Peki, problemsiz miydik? Elbette ki hayır! Evvela başta dediğimiz gibi problemsiz olmak zaten mümkün değildi.
    İkincisi ise hakikaten ciddi problemlerimiz vardı. Sanayileşebilme yöntemi, sanayileşirken toplumsal yapıda oluşacak travmalar.
    Ve en önemlisi o zamanın Burjuva İdeolojisi olan Milliyetçilik... İmparatorluğumuzu bir kanser gibi içten içe kemiren o zehirli “Batı” soluğu.


    İşte bu sorunları kucağımızda bulmuştuk. Bu sorunları çözecektik. Ama şöyle ama böyle! Lakin işin sırrı da o çözümdeydi zaten.
    Şöyle çözersek hem sorunlarımızı çözecek ve hem de bundan bizler kazançlı çıkacaktık.
    Veyahut böyle çözersek sorun Batı adına çözülecek ve  kazançlı çıkacak olan da Batı olacaktı.
    Yani ya güçlü olacaktık, ya da gücümüz Batı adına heba olacaktı.


    Başta dedik ya: Güçlü toplumlar sorunlarını kendi reçeteleri ile çözebilen toplumlardır.
    Yoksa taklit yoluyla çözenler değil!


    İslam’ın irtica ile özdeş olduğu saçmalığı ilk önce Batı’nın düşünsel atmosferinde neşvünema buldu. Bizimkiler mi? Onlar üçüncü sınıf kötü birer taklitçi.


    Pompalanan Milliyetçilik koskoca bir coğrafyayı kasıp kavuruyor. Neden mi? Çok basit Kapitalizm petrole bağımlı; petrol ise İslam coğrafyasında...
    Batı parça parça olmuş bir coğrafya mı ister yoksa bütün halindeki bir toplum mu? Hangi halde petrole daha rahat el koyabilir?


    Bereket Lenin Rusya’da Sosyalist Devrim yaptı da daha fazla parçalanmaktan kurtulduk. Çünkü oradan gelecek tehlikeye karşı nede olsa dişe dokunur bir partnere daha doğrusu paratonere ihtiyaç vardı.


    Sorunlarımızı çözerken orijinallik ortaya koyamadık. Bize denileni tercüme ettik. Hem de çok kötü bir şekilde. Ve sonrada taklit ettik. Hem de körü körüne.
     Yani çözümü hep bizlere dayatılan ideolojide aradık... İdeoloji: Tartışmadan uzak bir inanç alanı...


        Oysa biz sorunlarımızı çözerken hem sanayileşecek ve hem de coğrafyamızın parçalanmaması için, İslam’a, bırakalım irtica demeyi bilakis ona daha da sarılacaktık.
    İtikaden inanmayanların bile böyle demeleri sorunun çözümü için elzem iken hep aksini dedik. Neden?  Çözümü “Batı” adına ürettikte ondan!


    Böylece zihinsel bir canavar yarattık: İrtica... Ve daha da acısı bu canavarın varlığına inanıp gerçekten korkan nesillerde yetiştirdik.


    Artık Batı için her şey eskisinden daha da kolaydı...


    Tekrar başa dönelim: Sorunsuz toplumlar değil, sorunlarını çözebilen veya çözemeyen toplumlar vardır.
    Eğer bir toplum sorunlarını çözemez ve daha da önemlisi teşhiste yanılırsa, kazançlı çıkan kendisi değil başkası olur.


    “İrtica” yaygarası: soykütüğü itibariyle Batı’nın çıkarlarına uzanan kocaman bir yüzyıllık hikâyedir.


    Sorunlara teşhis ve çözüm nerede olur? Üniversitelerde. Bizimkiler ise onca yıllarını slogan atmakla geçirdi: “Türkiye laiktir laik kalacak”
    Tabii birde başörtülü öğrenci avcılığı!


    Lütfen Çözümler üretelim. Bilimsel araştırmalar yapalım. Sorunlarımız üzerine kürsüler kuralım...
    Hem bakın önümüzde koskocaman bir Kürt sorunu ve hiç değişmemiş bir Batı dünyası var. Gözümüzü yummanın soruna hiçbir faidesi yok.


    Sosyoloji, İlahiyat ve Felsefe bölümleri... Slogan değil kafa patlatalım.
    Ne dersiniz?