28 Şubat, bir darbe; fakat failleri ona post-modern darbe adını koydu. Yani modern sonrası darbe! Be kardeşim, siz ne zaman “modern” oldunuz da “post”unu ifa etmeye yeltendiniz! Siz modernlik deyince halkın değerlerini reddetmeyi, daha da acısı küfretmeyi bellediniz. Üstelik halkın seçtiği bir başbakana  “p...venk” diyecek kadar pespaye, pespaye!

            Öncekilerden farkı  “post”luğunda veya “pre” liğinde değil. Kalitesinde, cibilliyetinde, kanında! Zira o darbelerin en alçağı, en sinsisi ve en korkağı! Neden mi? Hiç risk göze alamıyor da ondan. Sivilleri, yargıyı, kullanıma elverişli medyayı öne sürüyor, arkadan karagöz oynatıyor. Karagöz dediysem aklınıza gölge sanatımız falan gelmesin. Bu karagöz başka karagöz; Fadimeli, Müslimli bir Karagöz- Hacivat oyunuydu sergilenen.

            Birde bin yıl sürecek demezler mi?

            Ama hakkını da verelim, 28 Şubat darbesi aynı zamanda darbelerin en etkilisi de oldu.

            Fakat çifte yönlü! Kadı her zaman pilav yemez hesabı, bu kez bıçağın iki tarafı da kesti. Ee Allah bu! Azizül intikamdır aynı zamanda O.

            Çevik Bir Paşa ve Karadayı Paşa; şimdi suçu birbirlerinin üstüne atıyorlar; tıpkı çocuklar gibi; oysa onlar O’nu hiç akıllarına getirmiyor, hesaba katmıyorlardı; manşet manşet kükrerlerken.

            Dedik ya, Azizül intikamdır O.

            Nereden bilecekti Çevik Bir Paşa bir Amerikan dergisine İsrail sever makaleler döşerken gün gelecek de kodese düşeceğini. O kudretli paşa üstelik arkasında koskoca Amerika ve bonusu olarak da İsrail varken, hangi akla sığardı onun tutuklanacağı?

İşte o, bu hülyalarla İsrail’e güzellemeler diziyor, Amerikan kamuoyuna göz kırpıyordu. Bütün bunları yaparken de zihninden Cumhurbaşkanlığını geçiriyordu. Nede olsa her yiğidin gönlünde bir aslan yatıyor ; bizim paşamızın gönlünde de şuncacık aslan yatmıştı,çok muydu yani!?

            “Biz İsrail’in güvenliğini tehlikeye atamazdık bu nedenle Post- modern darbeyi gerçekleştirdik” diyordu, kendileri... Başörtüsü avcılığının arkasında yatan meğerki buymuş! Sincan’da tanklar demek bunun için yürütülmüş!.. Sahi, Sincan’da bir de tiyatro gösterisi olmuş ve oyuncular rol icabı İsrail askerlerini taşlamıştı. Filistinli çocuklara temsilen ortaya konulan bu sahne, paşalarımızın yufka yüreklerini pek rahatsız etmiş olacak ki tankları yürüttüler.

            Bizim vergilerimizle alınan tankları İsrail adına yürüttüler... Sonrada o tiyatroyu oynayanları, brifinglenmiş adalete teslim edip tam 17,5 yıl cezayı, kimsenin gözünün yaşına bakmadan verdirdiler.

            Yürüttükleri tankların tamiratı için İsrail’e tonlarca döviz ödediler. Üstelik “demir ağlarla ördük ana yurdu dört baştan” namesini avaz avaz söyleyerek. Adama denmezler mi  “tamirhanesi yoktur tankını onarmaya, marşla gider ayran içmeye” diye.

            Hani Cumhuriyeti koruyorlardı? Hani irtica bacayı sarmıştı? Hani her şey vatan içindi?

            Ali Kalkancı artı Fadime eşittir göz boyama... Ama olmadı işte; yalancının mumu yatsıyı bile bulamadı.

            Millet sabretti, sabretti sonunda “yeter artık söz benim!” dedi.

            “Alın darbenizi de gidin, artık sizi görmek istemiyorum!” dedi. “Yeterince ayak bağı oldunuz zaten!” dedi. “Asıl bana sadakat şereftir!” dedi.

            Ve sonrada soyup soğana çevrilen bankaların açtığı kara delikleri fedakârca kapatmaya başladı.

            Lakin gözler ve kulaklar tetikte: Bakalım sıra post-modern darbenin sivil ayağına ve gazetecilerine ne zaman gelecek diye.