Geçen hafta üç yerden davetiye aldım. İlki Isparta’mızın mümtaz şahsiyetlerinden Altan Raşit Civan’ın, vereceği yemeğe dairdi.  Altan Bey mutat olduğu üzere yemeğini yine Büyük Gökçeli Kasabasında veriyordu. Davetiyesindeki yazıda her zaman ki gibi yine tanıdık ve sımsıcaktı.

            “Allah(cc)rızası için okutacağımız Mevlid-i Şerif’e teşriflerinizi bekleriz”

            İkinci davet ise dostum ve Akdeniz gazetesinin sahibi, işadamı İsmail Rüştü Çelik’in yeğeninin evliliği ile ilgiliydi. Hasan Çelik’te artık dünya evine giriyordu.

            Düğününe gidemedim. Zira üçüncü davet İstanbul’dan gelmişti. Bu nedenle geçen Cuma günü dostlarım Bekir Sağlam ve Avukat Osman Zabun ile birlikte Altan Beyin helva karıştırma merasimi için Büyük Gökçeli’ye gittim. Birlikte, verdiği bu yemeğin mübarek olmasını söyleyerek oradan ayrıldık. Çünkü ben gece saat 24.00 de İstanbul’a gitmek için otobüse binecektim.

            Durumu zaten daha önce dostum İsmail Beye bildirmiştim. İstanbul’da yapılacak bir toplantıya katılacağımı ve düğünde bulunamayacağını bildirdim... Sağ olsun oda benim mazeretimi makul ve haklı gördü.

            İstanbul’daki toplantı Doğu-Batı Kardeşlik Platformunun İstanbul buluşmasına dairdi.

            Yani anlayacağınız o toplantıda kelimenin tam anlamıyla “Allah Rızası” için düzenlenmişti.

            İstanbul’a indiğim zaman bir zamanların muhteşem Başkentine indiğimi hatırladım. Şimdi ise bizler, yani Türkler ve Kürtler bir arada yaşayalım diye çaba sarf etmek zorunluluğu hissediyorduk.

            İçimden “nedir bu ümmetin çektiği Allah’ım?” diyerek geçirdim. Acaba hangi günahın kefaretini halen daha ödüyorduk?

            Veyahut da bir dostumun dediği gibi halen daha birinci dünya savaşının hesabı mı görülüyordu? Yetmemiş miydi bizi parçalamaları... Bir imparatorluğun darmadağın edilerek petrol kuyularını başına bir “kahraman” ve çevresine “ulus” icat etme kurnazlığı.

            Oysa bizler Müslüman’dık!...Dillerimiz ayrı olsa da hepimiz aynı şarkıyı söylemiyor muyduk? Aynı söylemi farklı farklı dillerle de olsa dünyaya tebliğ etmiyor muyduk?

            Şimdi... Şimdi bir toplumun dili, yöre adı, kimliği inkâr edilmiş ve bunu fırsat bilen birileri bir örgüt kurup Kürtleri bambaşka bir mecraya doğru sürüklemeye başlamıştı.

            Neydi bu mecra? Batıdan devşirilen “ulusçuluk” ve "sekülerizm" çıkmazı...

            Bir Türk kardeşim söz alarak “ölen bir PKK’lının hesabını Allah bize soracak, neden birilerinden önce sen onlara ulaşmadın” deyince, söz alan Hakkârili Kürt kardeşimde şöyle cevap verdi: “Allah da bize soracak ölen bir askeri neden kurtarmadan bu savaşın sonlandırılmadığını”

            Denilen şuydu: Ortada bir ateş vardı. Ümmeti yakan bir ateş ve bu ateşin söndürülmesi için bütün Müslümanlar el ele vermeliydi... Çünkü herkes bu olan bitenden kendi payına da olsa sorumluluk taşıyordu...

            Bütün yeryüzü kaynaklı ideolojilerin zihinlerdeki prangalarını parçalayarak bir araya gelinmeliydi.

            Ne bir Türk veya bir başka ırkın mensubu dünyaya bedel olmadığı gibi, “ne mutlu” denecek bir ırkın olmadığını da tarih bize acı tecrübeleriyle göstermişti.

            Bu şuurla herkes resmi ideolojinin tek tipleştirici, inkârcı ve baskıcı yüzünü o toplantı da uzun uzun dile getirdi.

            Cumartesi gecesi bir yurtta kalacağımız söylendi. Gittiğimizde baktım ki bahsedilen yurt “Kadırga” yurduydu... Yurdu görünce acı acı gülümsedim... Zira bu yurt sol görüşlü öğrencilerin kaldığı bir yurttu. Yani vatanı kurtarmak(!) için vuruştuğumuz öğrenciler kalırlardı.

            Sabah namazımı kılarken düşündüm. Şayet bu cemaatle yıllar önce birlikte  talebe olsaydık, Kürt kardeşlerim muhtemelen bu yurtta olacak ben ise başka bir yurtta  uyanacaktım.

            Ve belki de sabahleyin vuruşacaktık... Ama işte şimdi ben o Kürtlerle birlikte secde ediyordum.

            Kime? Yaratıcımız olan ve bu nedenle bizlere ilkeler koyan Rabbimiz ve ilahımız olan Allah’a... Secde etmek: yeryüzü kaynaklı bütün ideolojileri elinin tersi ile itip barışa kucak açmak.

            Ama hep böylemi yaşanıyordu? Devam edeceğiz inşallah.