Şu hususun altını özellikle çizeyim ki ben Türkiye ile İran arasında dostluk ve iyi ilişkilerin önemine müdrikim. Bunun iki ülke için olduğu kadar bütün İslam Coğrafyası içinde hayırlı olacağı inancındayım. Hele o İslam Devriminin yaşandığı dönemde pek çok genç gibi bende İran'a artan bir sempati ile bakmıştım. Kolay değildi ABD'nin yıllardır ileri karakolluğunu yapmış bir ülkede halk emperyalizme karşı baş kaldırıyordu. Dahası bunu yaparken de Sosyalizm gibi yine Batı'lı bir ideolojiden beslenmiyor, kendi anlam dünyasından hareketle Kapitalist Dünyaya mesajlar veriyordu. Batı'lı Marksistlerin nihai kertede, nasıl da Batı-dışı ülkelerdeki yoldaşlarını satıp, Batı burjuvazisinin çıkarlarını tercih ettiği bizler için malumdu. Özellikle İslam Coğrafyasında, Batı, Marksizm'e yeni bir görev vermişti. Materyalizmin o kaba ve soğuk suratını bizlere sevdirmek. 

Daha doğrusu Müslümanlar arasında yayılmış ulusçuluk, laiklik, batıcılık gibi ideolojilerin yarım bıraktığı işi tamamlamak. İlkinin üst katmanlarda becerdiğini bu kez Marksizm yoluyla halk arasında yayabilmek...

İşte İran, İmam Humeyni'nin önderliğinde gerçekleştirdiği "İslam Devrimi" ile Batının bu alçakça oyununu da alt etmiş oluyordu.

Bu anlatılanların doğruluğu bizlerin İran bağlamında Ortadoğu'da yaşananları göz ardı etmemiz anlamına gelmeyeceği aşikârdır. Özellikle Batı dünyasının özlemini duyduğu mezhep savaşı için fiiliyata sokulan çabaları gözettiğimiz zaman bunun elzem olduğu herkesçe anlaşılacaktır.

İran artık Amerika ile düşman değil. Bu bilinmedik bir sır da değil. Aksine Amerika'nın Ortadoğu'ya her müdahalesinin arkasından hep İran güçlenerek çıkıyor.Bunun en somut örneği Irak.  Irak'tan çekilen Amerika'nın yerini İran aldı. 

Şimdi de IŞİD bahane edilerek İran, Irak topraklarında operasyonlar yapıyor. Bu yapılırken de alttan alta IŞİD ile Sünnilik arasında bir paralellik kurulup mezhep savaşına kapı aralanıyor.
Batı planını zaten yıllar önce açıklamıştı: Müslüman'ın Müslüman'la savaşı.

Peki, Batı bu planla neyi amaçlıyor?

Diriliş Postası Gazetesinde Selahattin E. Çakırgil İran Cumhurbaşkanı Ruhani'nin yardımcısı Ali Yûnusî'nin  "Bağdat, İran'ın bizim başkentimizdir" sözünden sonra şu cümlelerini aktararak yorumunu yapar.

"İran kültür coğrafyasında yaşayan herkes İranlı'dır ve bu yönüyle bizim korumamız altındadır. Onları İslam fanatizmi, ateizm, tekfircilik, Yeni Osmanlıcılık, Vahhabilik, Batı ve Siyonizm tehdidinden koruyacağız"

Ali Yunusi'nin sözlerinden anlaşılıyor ki Irak, İran kültür coğrafyasında imiş, bu bir; ikincisi koruma görevi İran'a kalmış ; sonuncusu da İran Kültür havzasını ateizm, Vahhabilik,tekfircilik, Batı ve Siyonizm gibi tehlikelerden koruyacakmış.

Bir de Yeni Osmanlılıktan... Demek ki Osmanlılık Siyonizm, ateizm, tekfircilik gibi muzır bir cereyan, İran'ın nezdinde...

Çakırgil soruyor: "daha 100 yıl öncesine kadar tam 500 yıl birlikte yaşamış Türkiye mi yoksa İran mı Irak halkı ile daha sıkı kültürel bağlar içerisinde olabilir" diye Irak, Suriye Lübnan derken Yemen'de İran'ın nüfus kontrolüne geçti... Batı'da hiç bir endişe yok!

Batı Mısır'da, Tunus da ve diğer İslam topraklarında Arap rüzgârını tersine çevirmekle Türkiye'ye karşı gardını alıyor olmasın sakın.

Peşi sıra düşen uçaklarımız da cabası!

Peki ya Türkiye o ne yapıyor.

Bu konuda yüreğimi dış politika uzmanı Ömür Çelikdönmez dostum bir sohbetimizle şu cümleleri ile biraz soğuttu.

"Şu tesadüfe bakın ki Tam da Cumhurbaşkanı Suudi Arabistan'da iken Hakan Fidan'ın umre yapacağı tutuyor. Sonra da adaylıktan vazgeçip tekrar MİT'in başına geçti"

Yoksa bu adaylık istifası bir numara mıydı diye sordum . Piposundan bir nefes çekti ve gülümsedi.

Dostum pek de haksız sayılmazdı hani. İran kontrolündeki Yemen Suudileri oldukça rahatsız ve tehdit ederken, yeni Suudi Kralı da ölen selefinden çok ders almış bir şekilde tahta oturuyordu...