‘’Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek
beterin beteri var diyenlere inanmıyorum
hep böylesi havalar besler fırtınaları
korkarım bu mavi ışık çabuk sönecek
duymazdım durgun suların bezgin türkülerini
alışmak ölümün bir başka adıymış bilmezdim
bir yangın sonu yorgunluğu yakıyor avuçlarımı
bu rüzgar kulaklarımdan hiç eksilmiyor
esirgenmiş bir dünyada müthiş yalnızım
geri dönsem bile ben artık o ben olmayacağım
yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek

…………………………….

yine Ağustos gelse el ele versek
sen anandan kaçsan ben yalnızlığımdan
yeni yoldan sazanlı çaydan geçsek
güneşin bahçeleri emzirdiği saatte
susamışlar aşkına, kandım diyesi 
uzun uzun öpüşsek
yine ağustos gelse kovulsak cennetimize
şantiye hiç durmadan ötse bağırsa
lazoğlu büyük harflerle sövse işçilerine
damlarda kaysı yarsalar Rumeli göçmenleri
dillerini sevdiğim kıvırcık dillerini,
ıssız bahçelerden geçsek unutulmuş sokaklardan
çocuklar mavi mavi gülüşüp kaçışsalar
bir masal dinler gibi sessizliği dinlesek
kendimizi dinlesek köklerin çığlığını
seni kollarıma alsam, yine yumsan gözlerini
yine kapışılsa yavrum, batan şehrin hazineleri
biz yine kendi derdimize düşsek


‘’ Yere batan şehrin tek yalnızıyım’’ diyerek sesleniyor Hasan Hüseyin Korkmazgil bu güzel Ağustos şiirinde ve  o yalnızlığa ‘’Aşk’’la sesleniyor ve yaşanan bu güçlü,güzel aşkı ,sevdiği adamı anlatıyor Azime Korkmazgil kaleme aldığı  ‘’Türküleri Yakanlar’’ kitabında.   Korkmazgil'in  "Bir Oğlum Olacak Adı Temmuz" şiirinde  daha henüz doğmadan adını söyleyerek seslendiği 1965 doğumlu  oğlu  Temmuz Korkmazgil’in  annesi , şairin sevdiceği      Burdur-Ağlasunlu yazar edebiyatçı Azime Korkmazgil ile aşk  ve kadın  temalı hoş bir sohbeti paylaştık.  Keyifle okumanız  ve gerçek aşkı yaşamanız dileği ile…


Nasıl tanıştınız ?

52 Yıl öncesinden kalma bir şey. Ben 59 yılında  Dost Dergisinde onun yayımlanmış ilk şiiriyle karşılaştım. Halbûki bizim tanışmamız 63’tür.Her yerde onun şiirlerini aradım,okudum,izledim.Çünkü ben bir edebiyat öğretmeni olarak ve öğretmenlikten öte dünya ve Türk şiirini  izleyen birisi olarak Hasan Hüseyin’i hemen hemen Nazım’dan sonra keşfettim diyebilirim.Bizim çocukluğumuzda, gençliğimizde  Nazım Hikmet yasaktı. Ancak  biliyorsunuz ki ; 27 Mayıs 1960’tan sonra Nazım’ın okunması  serbest kaldı.3  Haziran 1963’te radyoyu kurcalarken Nazım’ın  o sabah öldüğünü duydum.    Ve ertesi gün ben de çocuklarımı aldığım gibi  gittim.  Ankara’da kendisini buldum ve tanıştım.      Milli eğitim müfettişi olan eşim Eşme taraflarındaydı o sırada.  

Evli miydiniz ?
Uşak’ta yaşıyordum, evliydim ve  iki çocuğum vardı.Kendisi ise bekârdı. Ne zaman ki Nazım öldü bu benim için bir atlama sıçrama taşı, bir çıkış noktası,bir başlangıç  oldu. Ve gittim kendisini buldum.Ondan sonra bir yıl mektuplaştık. 59 yılında Dost Dergisi’nde yayımlanmış  müthiş bir aşk şiiri vardı, onun yayımlanmış ilk  şiiri.O vakit Hasan Hüseyin  32 yaşındaydı.Şiirin adı ‘’Ağustos’’. Sıradışı değil,olağanüstü bir şiirdir.Yaşanmış  bir aşka dairdir ve bir yaz aşkını anlatır.

Bunu bilmek  sizi üzdü mü ?
Elbette hayır. O şiiri yazmamış olsaydı ben onu bulmayacaktım ki. Beni ona götüren bu aşk şiiri oldu.Mektuplaşarak sürdü iletişimimiz. Fakat Hasan Hüseyin ‘’Bu böyle olmaz’’ dedi.’’ Arkadaşlık değil;ben evlenmek istiyorum,evlenmeliyiz’’ dedi.

Kaç yıllık evliydiniz ?

O zaman altı yıllık evliydim.Türküleri yakanlar adlı bir kitap yayımladım.95’te yayımlandı.Orada bu hikaye bütün ayrıntısıyla 620 sayfa boyunca anlatılır.

Aşk cesaret midir ?

İnsanına göre değişir,bireye göre değişir.Yaşarken bunun cesaret olduğunu fark etmiyorsunuz.Aşkı yaşıyorsunuz.Boşanma süreci uzun sürdü. Türkiye Cumhuriyeti’nin yasaları bir anneye çocuklarını vermeseydi Hasan Hüseyin’le evlilik olmazdı.Velayetlerini alabildim ve çocuklarımı aldığım gibi Hasan Hüseyin’le evlendim.20 yıl beraber yaşadık.Ondan da bir oğlum oldu.Temmuz oldu.84’te onu kaybettik.

Sonrası ne hissettiniz ?

Sonrası ne hissettim.Çok evrensel bir şey,çok yoğun bir şey. Tabii ki o kaleme gelmez,dile gelmez. Ankara Eğitim Enstitüsü’nde çalışıyordum emekli oldum. Emeklilik sonrası Özel Yükseliş Kolleji’nde çalışıyordum.Hasan Hüseyin’e bakabilmek için.Çünkü bir yıl sürdü hastalığı.Beyin kanamasına dayalı felç  geçirmişti.Hasan Hüseyin’i kaybettikten sonra artık çalışmak istemedim.Çocuklar üniversitedeydi. Üçü de.Ben atladım buraya,Ağlasun’a geldim.Zaten babam da 90 yaşına gelmişti.Emekli bir köy öğretmeni olan babam telefon etti.’’Emeklisin,dulsun,çocukların büyüdü.Gel bana bak.’’ Düşünmüş emekli olmasam çalışıyor olsam bakamam ona.Dul olmasam,çocuklar büyümüş olmasa bakamam.Bütün koşullar uygun.O zaman geliyorum baba dedim ve gördüğünüz gibi iki dükkânı birleştirip ev yaptım.Babamı 90’da kaybettim.Yani 86-90 arası Alzheimer’dı.Burada beraber yaşadık.Annemi çok daha önce 79’da kaybetmiştim.

Eşinize ayrılık gerekçesi olarak ne söylediniz ? Hasan Hüseyin’e duyduğunuz aşkı söyleyebildiniz mi ?

Tabii ki söyledim.Çok acı çekti.O süreçte hepimiz acı çektik.Ama çok anlayışlı bir insandı.Benim de kararlı olduğumu görünce  zorluk çıkarmadı.Çocukları vermeseydi ben boşanmazdım.Annelik duygum ağır basacaktı.

Anne babanız, aileniz nasıl karşıladı ?

Üç erkek kardeşim vardı,üçü de senin yanındayız dediler.Babam biraz itiraz etti,  kaygılar duydu tabii ki.’’Ne olacak ,çocuklar ne olacak ? Bu sakıncalı bir adam .Komünistlik suçlamasıyla hapis yatmış,öğretmenlikten atılmış. İşte şu olmuş,öyle bir hayatı var.Sana zarar verebilir’’ dedi. ‘’Ben öğretmenim,kendi ekmeğimi kendim kazanırım.Kaygılanma çocuklarıma da bakarım.Ama bana bir şey olursa o zaman annem bakar çocuklarıma.’’ Dedim. Annem ise  dinledi bütün bu  aile tartışmalarını  ve bana dedi ki ‘’Kızım  yürü, doğru bildiğin yolda  yürü arkandayım’’ dedi.Annem bir tarımcı,bir çiftciydi,bir köylüydü.Vaktiyle okumaya gittiğim zaman da öyle demişti.Oku demişti bana.Annemin verdiği güçle,bütün koşullar tamamdı ben de güç aldım.Sonra dönem 61 Anayasası dönemi.Daha özgürdük,daha geleceğe güvenliydik.Korkmadım,kaygılanmadım.Ve 20 yıl sonra da onu kaybettik.Bu süreçte çok yazdı.15 şiir kitabı,3 öykü kitabı,5 çocuk kitabı,1 seyahat-gezi  kitabı, gazetelerde sanat sayfaları ,ayrıca düzeltmenlik,Akis Dergisi’ni yönetiyordu.Basın-İş Sendikası’nda Genel Sekreterlik yaptı.Çok işler yaptı.Ankara’da o günkü koşullarda  iki defa hem 65, hem 69 genel seçimlerinde  Türkiye İşçi Partisi’nden  aday oldu. Bir Ankara’dan,bir Çorum’dan.Akis 67’de kapandıktan sonra başka dergilerde,gazetelerde yazdı.Durmadan yazdı.Mizah öyküleri,özellikle mizah öyküleri.Dönemin Papağan gibi,Akbaba gibi dergilerinde .Her durumda o bir yazardı,bir şairdi,bir ozandı,güçlü bir kalemdi.Davasına inanmış yürekli bir devrimciydi.Az evvel cesaret dediniz.Benim  yaşadığım aşk cesaret değil,aşka dalmak.Bilmiyorum, onun içindeyken cesaret olup olmadığını bilmezsiniz.Ama Hasan Hüseyin’in yaşadığı hayat ,cesur bir hayattır.

Döneme göre bir kadın olarak aşkın peşinden gidebilmeniz ve bunu açık yüreklilikle ortaya koyabilmeniz cesaret değil midir ?

Ama bütün koşullara dikkat ederek. Ben daima kadınlık sorununu, bilinç sorunu olarak algılamış ve almışımdır.Görüşüm budur.Mustafa Kemal Türkiyesi ,Türkiye Cumhuriyeti,Atatürkçülük 1926’da vermiş bize o hakları.Kadın’ın  uygarlık hakkını,yaşama hakkını,çalışma hakkını,ekonomik özgürlüğünü.Yani kadın ve  erkek eşitliği kağıtlar üzerinde var.Yasalarda var.Bütün sorun  kadının bunun bilincine varması  ve bunun  kavgasını vermesi.Bütün sorun bu.

Bunların farkına varması ve savunabilmesi  için yine kadının cesur olması gerekmiyor mu ?
Ama cesur olabilmek  için bakın size eski bir anektot da vereceğim. Cesur olabilmek için de gücü olması lâzım.Kendisi gibi düşünenlerle birlik olması lâzım.Bakın ben 56-57 ders yılında Iğdır Orta Okulu’nda Türkçe öğretmeniydim.Bir çevre gezisinde ,56’da ben 23 yaşında gencecik bir öğretmendim.Ama her şeyin bilincinde,farkında olan bir öğretmendim.Bir dağ köyünde,bir okul gezisinde arabamız bozuldu ve o dağ köyünde kaldık.Doğubayazıt’ın bir köyünde.Orada bir kadınla tanıştım.Kadın yaşlıydı.Kendisinden sonra altı defa daha evlenmiş kocası.Ve kadın nikâhlı olduğu için ;bütün çocuklar öteki kadınların çocukları da ona yazılmışlar,nüfusta.Sorun burada değil.Sorun konuşurken kadınların ne kadar ezildiği üzerine konuşurken ,ben biraz galiba yüksekten konuşmuşum.Kadın bana şunu dedi.Ama kadın Türkçe bilmiyor,Kürtçe konuşuyordu.Öteki gençler biliyorlardı.Onlar bana çevirdi,ne diyor.Büyük hanım ne diyor dediğimde.Şunu diyor dediler.’’Senin kuşağın hür olduğundan aklında hürdür’’ .Ne demek kuşak dedim.  Biz kuşağımıza bir kuruş,beş kuruş ne bulursak kuşağımızda saklarız.      Para demektir dedi.Ekonomik özgürlük diye yorumladım ben de sonra. Yani senin elinde para var.Ne var ? Öğretmenlik maaşı var.Korkmuyorum.Öğretmenlik  maaşımı kim veriyor bana? Türkiye Cumhuriyeti  Devleti.Benim devletim veriyor,yasalar bu hakkı veriyor.Peki nasıl kazanmışım bunu.Okumuşum meslek  edinmişim  ve Iğdır’a gitmişim.Kurayı çekmiş Iğdır’a gitmişim.Elime geçen para da 162 Lira.
162 Lirayla kadın beni özgür saydı.Böyle konuşabiliyorsun dedi.Yani konuşmak kolay kızım.Aklın özgür.Bu özgürlüğü ,yani konuşma özgürlüğünü sen nasıl yapabiliyorsun.Çünkü maaşın var demek istedi.Bana hayatımın dersini verdi, orada kadın.Oysa ;ötekiler diyor ki kuşağımızda olan 5 kuruşu da oğullarımız kocalarımız,kayınpederimiz, oğlan kardeşlerimiz  alırlar elimizden.Bizim elimiz para da görmez.Yumurta sattık diyelim,koyun gübresi sattık diyelim.Bir şeyler  üretiyoruz ve satıyoruz.Ama  elimizde para yok.Yani o ‘’hür’’ sözcüğünü bana kendi dilleri,kendi kültürleriyle ,kendi biçemleriyle çok güzel anlattılar.Ve bana; ben hayatımda bakın Gazi Eğitim’i bitirmişim saymıyorum.O kadının bana verdiği  ayrı bir üniversite öğrenimi idi nerede ise.Bir de 2004  yazında 8 ciltlik  Fakir Baykurt’un yaşam öyküsünü okudum.O da bir üniversite bitirmişim  kadar oldu.Yani Türkiye’deki sendikacılık,öğretmen sendikacılığı,Anadolu köyleri,Anadolu kasabalarındaki insanlar,kadınlar,erkekler,çocuklar,edebiyat,öğretmenin mücadelesi,insanın mücadelesi  hepsini orada bir kez daha harmanlamış oldum.Birikimlerimiz bize bilinç veriyor.O bilinçle güçleniyoruz.Kendimiz gibi olan insanlarla tanışıyoruz.Örgütlenebilirsek örgütleniyoruz.Nasıl örgütlenirsek, bir adım daha ilerliyoruz.

Duvarlarınızı bezeyen yüzlerce kitap görüyorum. Biliyorum ki birçoğunda Hasan Hüseyin var.Kendisine ait korunmasını istediğiniz  endişesini duyduğunuz bir arşiv var mı ?

Ben zaman zaman arşivde çalışıyorum.Hasan Hüseyin’in yayımlanmış kitapları zaten topluma emanet edilmiş demektir, onlar için kaygı yok.Ama yayımlanmamış olanlar var.Mizah öyküleri,gazete fıkraları .Günde 2-3 saat çalışarak onları tasnif ediyor ve yayımlanmaya hazır hale getiriyorum.

Bu konuda herhangi bir desteğe ihtiyaç duyuyor musunuz ?

Bu aşamada hayır.Kabaca önce ben bir elekten geçireyim.Milli Kütüphane’den böyle bir teklif yaptılar bana,öneri getirdiler.2011-2012 de Milli Kütüphane’de Hasan Hüseyin anılmıştı.Tarama usulü var dediler.Biz personel gönderelim,tarama aletleri gönderelim o yazıları tarayalım.Ama nasıl tarayacaksınız,henüz ham halindeyken.El yazıları,Arapça yazılanlar.Hasan Hüseyin steno gibi kullanırdı Arap harflerini.

Arapçası nereden ?
İlkokuldan sonra orta okul bulamadığı zaman,  sonra parasız yatılı ortaokul ve  liseyi,daha sonra  da Gazi Eğitimi okumuş.İlkokuldan sonraki o iki sene okulsuz kalmış.Yıl 1938-40 arası.O zaman  Gürün Ziraat Bankası’nda getir götür işleri  yapmış.O arada bankaya gelen köylülerin  Osmanlı’dan kalma  senetlerini ,ellerindeki belgeleri okumaya çalışıp yardım edeceğim derken öğrenmiş Arapça’yı

Çocuklarınıza  bunu bir yük olarak bırakmak istemiyorsunuz anladığım kadarıyla.Doğru mudur ?

Evet.Ama şu olabilir.Ben bırakırım da,dosyalarımı kitap haline gelecek şekle getiririm.Onlarda basım işini yaptırabilirler.Basılmazsa da 500 yıl sonra bastırılsın.Daha geçen gün Da Vince’nin  bir mektubu çıktı,500 yıl sonra.Bu böyle.Hasan Hüseyin’in de  kalıcı bir ozan olduğuna eminim.Ömrüm yettiğince bu hazırlığı sürdüreceğim.Ondan sonrası da onların sorunu.Hasan Hüseyin’den kalanların muhafaza edildiği  bir mekândır burası.