Bu seneki 1Mayıs gösterileri gerçektende çok renkli geçti. Evvela, şükürler olsun ki şiddet yok denecek kadar azdı... Sonra ülkemizin güzide takımlarının taraftarları gösterilerdeki birliktelik ile renklerin kardeşliği konusunda önemli bir görev ifa ettiler.


    Diğer bir yaşanan “ilk” ise kendilerine Anti-Kapitalist Müslüman Gençler diyen bir gurubun Fatih Camiinde, hayatlarını kaybeden işçiler için kıldıkları gıyabi cenaze namazından sonra Taksim Meydanında yerlerini almalarıydı.


    Ben şahsen bu gençleri seviyorum. Onlarla hiçbir problemim yok. Ayrıca fikir önderleri olan İhsan Eliaçık başta olmak üzere hepsinin samimiyetine inanıyorum.
    Ancak kendilerine karşı iki tane ihtirazı kaydım var:


    İlki ve önemli olanı İslam’ın anlaşılması ile ilgilidir.
    Tamam, İslam kesinlikle ezilenlerden, hor görülenlerden, zayıflardan yani muztazaflardan yana tavır alır.
    Burada bir sıkıntı yok...
    Hatta buradan hareketle pek ala İslam’ın Kapitalizme karşı olduğu ve kapitalizmi yeşerten insanın içerisindeki duygu ve isteklere karşı, yine insanın iç dünyasında başlatılması gereken bir mücadelenin fitilini ateşlediği söylenebilir.


    Bununla da kalmayıp İslam’ın, sosyal hayatta almış olduğu tedbirlerle bu bağlamda dış dünyada ortaya çıkan veya çıkacak olan adaletsizliklere karşıda onları dezenfekte edecek hükümler ortaya koymuş olduğu da bir gerçektir.


    Lakin benim problemim başta da dediğim üzere İslam’ın anlaşılması üzerinedir.
    Yoksa İslam’ın bu amir hükümleri ile ilgili değil!


    Kapitalizm menşei itibariyle “varlık”a bir bakış açısının toplumsal düzende somutlaşmasından başka bir şey değil.


    Şimdi bunun tam tersi şekilde “varlık” a baktık diyelim; böylece İslam’ın bizi yükümlü kıldığı “varlık” ve “bilgi” telakkisine ulaştık diyebilir miyiz?
    Diyemeyiz çünkü İslam sadece Kapitalizm karşıtlığı ile varlık alanına çıkmış bir sistem değildir.


    O “anti” olma değil “özgün” olma vasfı ile var olmuştur.


    Bunu göz ardı etmek, zannımca “anlama” zaafı ile malul olmak demek olacaktır.


    Kısacası İslam kesinlikle “ekonomi” merkezli okunacak ve anlaşılacak bir değerler sistemi değildir.
    Oysa Sosyalizmde Kapitalizm gibi özü itibariyle “ekonomi” merkezli bir okuma ve anlama çabasıdır.
    Ben özellikle bu bağlamda “öz”cü olunması gerektiği iddiasındayım.


    Kabul gelenek tamamen masum değildir. Keza Vahyin indiği tarihten ve Efendimiz Hazretlerinin pratiklerinden sonra uygulana gelen ekonomik, siyasi ve sosyal birikimimizin kusursuz olduğu ve İslam’ın aslına en uygun şekilde yaşandığı iddiasında bulunmak da zor hatta imkânsızdır.


    Zira bunu takdir edecek olan makam Cenab- Hak’ kın makamıdır.


    Fakat “anlamak” da beşeri bir vakıadır. “Nasıl anlayacağız?” sorusunun cevabını ararken geleneği bir kenara bırakmak bence çok büyük yanlışlıklara yol açabilecektir.


    Nasıl mı? Çok basit: İslam çağdaş bir ideoloji olarak algılanacaktır.
    Sanırım buna hakkımız yoktur...


    Gelenek neden önemli? Düşünür Gadamer’den mülhem bir şekilde izah edeyim. Gelenek ilk çıktığı andan beri özünü ileriye doğru süre süre günümüze kadar gelmiş ve getirmiştir de ondan... Zira biz, geleneği bırakarak ve bugünden hareketle Peygamberimiz dönemine gitmeye ne kadar çalışırsak çalışalım, gidemeyiz, dolayısıyla anlayamayız.


    Çünkü bizim bu zihinsel seyahatimizde taşıdığımız “kafa” modern bir kafadır.  Bugünün kafasıdır. Bugünden hareketle 1500 yıl öncesini anlamak o kadar kolay değildir


    Gelenekten koptuğumuz anda karşılaşacağımız tehlike işte budur: İdeolojileşmek... Veya tersinden ifade edersek: geleneğin izini sürerek anlarsak doğru anlamış oluruz.


    Tabii geleneğin uzanan zincirine yeni bir halka eklemek suretiyle! Aksi halde hayatta patinaj yapılır ki günümüz Müslümanlarının handikabı bu olsa gerektir.
    Bence İslam Kapitalist bir gözle yorumlanmadığı gibi Sosyalist bir gözle de yorumlanmamalıdır.
    Yoksa elimizde sadece bir “ideoloji” kalır o kadar.


    Ha! Bütün bunlar Müslümanlar günümüzün sorunları ile ilgilenmesin, çağın doğurduğu açmazlara alternatifler sunulmasın anlamında değildir.
    Dönüşmeme ye, özgünlüğe dikkat edilmesi gerektiği anlamındadır.


    Bu bağlamda ikinci çekincemi de belirteyim.


    Evet, hepsi samimi Müslümanlar! Ama bu onların birileri tarafından kirli emelleri için kışkırtılmayacağı anlamına gelmez.


    Biliyorsunuz darbeciler günümüzde yargılanıyorlar. Ergenekon denilen örgüt halen daha vardır ve fırsat gözetlemektedir; tutunacak bir dal aramaktadırlar.
    Açık konuşayım: bunun için bu kesimin önündeki en büyük engel, mevcut hükümettir.


    Evet, bu hükümetin pek çok yanlışı vardır; eleştiriden de müstağni değildir; kendileri kabul etmeseler de...
    Lakin burada dozaj ile birlikte söylemin kimlerin yararına olabileceğinin hesabının da iyi yapılması lazımdır.


    Kur’an’da, Karun’un, Firavun’ların gölgesinde neşvünema bulduğuna dair verilen bilgi de unutulmamalıdır.


    Bu nedenle eylemlerin ve söylemlerin kimler tarafından kullanıldığı ve hangi gazetelerin manşetine taşındığının dikkatlice tahlil edilmesi bence elzemdir.


    Çünkü sadece iyi niyetli olmak, iyi neticelerin alınması için kifayet etmemektedir.