Müslüman toplumun Hicri 35.yılında 3.halife Hz.Osman’ın şehit edilmesinden sonra başlayan birbiriyle düşmanlık etme, savaşma tarihi üzerinde epeyce düşünmek lazım.

          Kur’an’ın açık uyarı ve öğütlerine, peygamberin ikazlarına rağmen; ümmetin 1400 yıllık tarihinde birbiriyle   çok savaşlar, düşmanlıklar yaşanmış ve hala yaşanmaya devam ediyor.

           Kuranda “Allah’a ve Resulüne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider.”(8:46)  “Müminler ancak kardeştirler” (49:10) “Hep birlikte Allah’ın ipine sarılın tefrikaya düşmeyin (3: 103) ikaz ve öğütlerine rağmen irade sahibi insanın tercihleriyle oluşan bir tarih var önümüzde.

Müslüman toplumların farklı siyasal organizasyonlar oluşturarak (devletler) birbiriyle savaşması; yahut aynı organizma içerisinde farklı siyasal topluluklar oluşturarak birbirleriyle savaşmaları; tarihimizin altın sayfalarından(!) öylesine genlerimize yer etmiş ki; hala toplum olarak tarihin en zayıf dönemini  yaşadığımızı hissettiğimiz şu yüzyılda dahi; birbirimizle didişmekten, savaş naraları atmaktan vazgeçmiyoruz. Geçen yüzyılın başında Müslüman toplumun sömürü durumuna girmemiş sadece iki üyesi; Türkiye ve İran kalmış olmasına rağmen (onlarda kolları kanatları kırık, hiçbir belirleyici güç değeri olmayan devletler olarak varlık göstermişler) bu yüzyılda da onları savaştırmaya çalışıyoruz.

             İslam ümmeti (toplumu) olarak yaşadığımız zamanda bu halde olmanın tarihsel sebeplerinde; ümmetin bu birbiriyle mücadele tarihinin önemli bir yeri olsa gerektir.

              İslam toplumu sadece siyasal topluluklar olarak birbiriyle mücadele etmemiş; farklı mezhep toplulukları, farklı bölgesel topluluklar, farklı ırki topluluklar gibi birçok zengin savaş nedenleri bulabilmişlerdir.

Yaşadığımız anı görmeye ve değerlendirmeye çalışıyoruz. Tarihsel devamlılık aynen işlemeye devam ediyor. Genlerimize işlemiş zengin mücadele nedenlerimize çağdaş kılıflarda giydirerek hala birbirimizle mücadele etmek; savaşmak için fırsat kolluyoruz.

“Müminler ancak kardeştirler…” Hucurat 10

İnanan her kişi, her toplum İslam cemaatinin tabi üyesidir. Hep kendimizi haklı, doğru görmek yerine karşımızdaki topluluğu anlamak adına; sorgulamadan fikirlerine, geleneklerine, yaşam haklarına yaşam hakkı tanısak.

               Karşı durduğumuz topluluklar, kavimler, cemaatler, mezhepler bize göre yanlışta duruyor olabilirler; amao yanlışı onların gördüğü yerden bakarak (empati), onları anlayarak; savaşsız bir ortak yaşam kültürü kurabilsek.

               Tek devlet, tek imparatorluk, tek cemaat, tek mezhep olalım demiyorum; ama tek medeniyet, tek ümmet (İslam topluluğu) olalım diyorum. Tüm tarihsel, kavimsel, felsefi, siyasi farklılığımıza rağmen; (ki bunların bir çoğunu medeniyet zenginliği ve büyüklüğü  görerek) birbirimiz üzerinde hak sahibi hem de birbirimizden sorumlu olalım;

Uzlaşı sağlayalım;

Eleştirelim eleştirilelim;

Hakkı tavsiye edelim, yanlıştan men edelim;

Ayrıcalık, bölünme oluşturmayalım;

İyi niyetli olalım;

Allah rızasını önemseyelim;  diyorum.

Allah’a ve ahirete inananlar olarak;

          İngiliz siyasal topluluğun Amerika’yı, Amerikan siyasal topluluğun Avusturya’yı anladığı kadar ve birbirlerini savunduğu kadar dahi birbirimizi savunmamayı -anlamamayı nasıl açıklayabiliriz?

           Ben kendi bakış açımdan sorumluyum. Anlamaya çalıştığım topluluğun, kişinin olaylara benim baktığım gibi bakmamasından sorumlu değilim. O böyle bakmıyor düşünmüyor diye bende aynı darlığa düşemem. Düşersem hiçbir ümit kalmaz.

Hepimiz aynı düşünelim aynı yaşayalım demek cüz’i irade sahibi özgür insan olmaya uygun değil.

Fakat ümmetin kardeşliğini düşünmek ve yaşanır kılmak hepimiz için bir aşk olmalı AŞK.

Eşrefoğlu Rumi der ki;

“Bela yağmur gibi gökten yağarsa

 Başını ana tutmaktır adı AŞK”

          Bu aşk yolunda kişi olarak, toplum olarak fitneye fesada kapımızı kapatmalı ve her türlü belaya,     zorluğa, sıkıntıya; elimizle dilimizle kalbimizle karşı koymalıyız; diye düşünüyorum.