“ ve böyle (insanlara) Allah'ın bahşettiğine tâbi olmaları söylendiğinde, "Hayır, biz, atalarımızdan gördüğümüz (inanç ve eylem biçimlerin)e uyarız!" derler. Öyle mi, ya Şeytan onları yakıcı ateşin azabına çağırmışsa?”

“ Kim bütün benliğiyle Allah'a teslim olursa ve aynı zamanda doğru ve yararlı işlerde bulunursa, hiç sarsılmayan (sağlam) bir dayanak elde etmiş olur: çünkü her şeyin akıbeti Allah'ın elindedir.” Lokman 31/21-22)

İnsanoğlu kadar şükür etmeye layık olan ama bir o kadar da elde ettiği nimetlerin karşılığını vermekten uzak kalan başka bir varlık yoktur.

İnsanın kendi elde ettikleriyle ilgili olarak sadece kendini tek etken kabul etmesi, zaman içinde başka sapkınlıklarında yolunu açarak, artık bilmenin de ancak kendi aklı kadarıyla mümkün olana bakmakta ve başka yerden gelecek tüm bilgileri kendine göre değerlendirme hakkını kendinde görerek; olaylara yaklaşmayı bir hak olarak kabul edebilmektedir.

Allah (c.c) insanın bu aceleci, çıkarcı ve cahilce yaklaşımlarının kendisi için bir sınanma sebebi olduğunu söylediği halde; başka yerden gelecek tüm uyarılara kulağını, kalbini ve aklını kapatan hep insanoğlu olmuştur. Bu anlayıştan sonra artık vahyin sesine bile kulak vermeyerek kendi bildiği doğrularla ama mutlaka yine cennete gitme hevesiyle kafasına göre takıldığı bir hayatı yaşamaya çalışmaktadır.

Alışkanlıklarını veya konforunu; rahatını değiştirecek veya rahatını bozacak ne varsa ondan mümkün oldukça kaçarak ve zaman içinde bilerek veya bilmeyerek inkâr etmekle kendini rahatlatmanın bir yolunu aramaktadır.

Rabbimizin hiç kimsenin kulluğuna ihtiyacı olmadığı halde; zamanla gelişen olaylar sebebiyle Allah’a karşı şükrünü, imanını ve hamdını ortadan kaldırarak, köleliği tercih ettiği bir hayatın zelil varlıkları olmakla övünmeyi hatta başkalarını da davet ederek onları da kendi sapkınlıklarına ortak etmek istediğini görmek mümkün olabilmektedir.

Allah (c.c); yollarını vahiy ve elçi vasıtasıyla bizlere ulaştırmış, aklını kullanarak tercihini Allah’ın yolundan yana yapanların kazançlı çıkacaklarını haber vermiştir.

Rabbimizin tarif ettiği yolun adı İslam, şeytanın çekmek istediği yolun adı ise sapkınlık ve azgınlıktır.

Allah(c.c); şeytanın yapacaklarından bahisle, düşman olduğunu bilen müminlerin ona karşı dikkatli ve tedbirli olmalarını öğreterek, sapkınlıklardan uzak kalınmasını bizlerden tercih etmemizi istemiştir.

Şeytan; bazı zamanlarda insanlardan bir kısmını kullanarak kafasında oluşturduğu geçmişe saygı bahaneli iyi niyetiyle başlayan ama sonra atalara tapmaya dönüşmüş bir din anlayışından faydalanarak saptırmanın keyfine varabilmektedir.

Saptırmanın keyfi dedik. Çünkü şeytan en çok keyfi iman edenleri saptırmakla oluşan etki alanıyla birlikte yeni sapmalara yol açan işlerden almaktadır.

Şeytanın kendi sapkınlığı yetmezmiş gibi başkalarını da saptırabilmek için kimi zaman ırk üstünlüğüne, kimi zaman parasal üstünlüğe vurgu yaparak eleman kazanması; şeytanın tetikçiliğine soyunmuş insanların elde ettikleri sanal güçlerle hâkimiyet kurmalarını kolaylaştırmıştır.

Şeytan; ömrünü ateşe adam toplamakla geçirirken, aramızdan birilerinin koşa koşa ona yetişmeye hatta geçmeye çalışmak için kötülük odaklarından uzak kalmaması, zaman içinde ataların yoluna bağlılık olarak nitelendirilmekle cazip hale getirilmiştir. Ama her haliyle hayrın düşünülmediği bir yöntemle, insanların şeytan için devşirilmesine ait çalışmalar yapanların, kendilerine hangi ismi verirlerse versinler değişmeyen bir sona doğru gittiklerini fark edebilmemiz kendi kurtuluşumuz için çok önemlidir.

Allah’ın dininin dışında atalardan gelen her şeyi körü körüne kabul ederek, hayatın tüm alanlarında bu anlayışın hâkim durumda olmasının bir adıdır atalar dini.

Atalarının yolunu takip ederken sorgulamaktan uzak kalanların zaman içinde başkalarını sapkınlıkla suçlamaları; alışkanlıklarından vazgeçmek istemeyenlerin, rahatlarını bozmak istemeyenlerin ve işleyen sistemden nemalanan bir takım şeytani varlıkların tezgâhladıkları oyundan başkası olmayacak bu tuzaklara karşı, iman edenlerin dikkatli olma zorunluluğu bulunmaktadır.

Şeytanın yolu ile ataların yolu bir yerlerde kesişirken; Allah’ın yolunun atalar dininin yoluyla veya şeytanın yoluyla bir yerlerde kesişmesi asla söz konusu olmamaktadır.

Kesişen tek yer ahirette hesap verirken olacaktır. Ama artık bu durumdan da geri dönerek kendini kurtulabilecek kimse kalmamış olacaktır.

Artık o günde herkes için adil yargılayan Allah(c.c); hükmünü vermiş ve insanların sonuçlarını kendi elleriyle belirledikleri bir hayatın sonuçlarına katlanmak zorunlulukları ortaya çıkmış olacaktır.

Atalar dininde şeytana teslimiyet söz konusu olduğu halde; Allah’ın dininde sadece Allah’a teslimiyet vardır. Allah’a teslim olanlar mutlaka sonuç olarak şeytana teslim olanlardan farklı olarak Allah’ın vaat ettiği, cennetine ve yaratanın rızasına mazhar olmakla sonsuza değin sürecek bir huzurlu hayatın sahipleri olacaklardır.

Hiç kimsenin güçlü olmayacağı kıyamet gününde sadece Allah(c.c) en güçlü ve tek belirleyici olmakla herkese hak ettiğinin karşılığını hiç bir adaletsizlik yapmadan vermiş; şeytan ve dostlarına tabi olarak saygı göstermek adına atalarının yolundan gidenleri de cezalandırmış olacaktır.

Atalar dinindeki en önemli özellik ataların, büyüklerin veya hayatı kendince belirleme hakkına sahip olduğunu düşünenlerin, Allah’ın hükümlerine rağmen; tespit ettikleri kurallarla yönlendirmeye ve yönetmeye talip olanların sapkınlıklarına başkalarını da ortak etmeye kalkışmaları anlayışı hâkim olacaktır.

Akrabalarının veya büyük kabul ettiklerinin kınamasından korktukları halde; Allah’ın kınamasından korkmayı bile düşünemeyerek, hayatını başkalarına göre yaşayıp bir türlü Allah(c.c) için, Allah’ın istediği şekilde ve Allah’ın istediği hedefe yönelik yaşayamayanlar, hiç kimsenin gönlünü edemedikleri gibi Allah’ın mükâfatları yerine, cezalarının da muhatabı olmayı hak etmiş olacaklardır.

Başkalarını mutlu etmek için çalışanların, kendilerini bile mutlu edemeyecekleri bir hayatın ancak işkence ile geçen bir ömür olarak algılanması söz konusu olabilecektir.

Başkalarını dikkate alarak yaşanan hayat, başkalarının bitmesiyle birlikte yok olurken; Allah’a göre ayarlanmış bir hayat, yok olmayan Allah’ın mükâfatlandırılmasıyla son bulacak güzel bir hayat olabilecektir.

Hak ile batılın temel farkı da; hakkın ölmeyen ve yok olmayan ama batılın sanal ve yok olmaya mahkûm şeyler olmasıdır.

Allah(c.c) tarafından vahiy zinciri içinde değişmeyen ve hak olarak tarif edilen hayat tarzının geçici olmayan bir kaynaktan ve sonsuz hayata hazırlayan nitelikte teklifler sunması; zamana ve zemine göre değiştirilen prensiplerin de ataların dininden farklı olacağının da kesinliği hepimizin malumudur.

Allah’a teslimiyetle, şeytana teslimiyet arasındaki fark anlaşıldığı andan itibaren, atalara bağlı bir hayatı yaşamaktansa; Allah’a bağlı bir hayatı yaşamayı tercih etmek akıllı bir yaklaşım olacaktır.

Atalarına bağlı kalarak yanlışı tekrar etmek yerine, rabbimizin emrine sağlam bir inançla bağlanıp, emredilenlerin yapılmasına özen gösterilmesi; mutlaka Allah’ın vaadi olan nimetlerle karşı karşıya gelmenin yolunu açmış olacaktır. Yanlış tekrar birilerin gönlünü etse de Allah tarafından yanlış görülüyorsa; yapılması gereken ahiret günü her şeyi elinde bulunduran rabbimizin teklif ettiği hayat tarzına dönmektir.

Atalar dini kendince bir mantık örgüsü oluşturmuş gibi görünse de; kuru kuruya atalardan görülenlerin tekrarından ve bilinçsizce inanma ihtiyacı karşılanacak zannedilerek yanlışın yapılmasının, olmazsa olmaz bir esas olarak algılanmasına insanı götürmüştür. Bu gidişten sadece şeytan ve dostları memnun kalmışlardır.

Ataların dini sadece bir sözün kabulü veya reddi olmayıp; şeytan tarafından ortaya atılan davranışların ve anlayışların atalardan miras kalan şekliyle devam ettirilmesiyle ilgilidir.

Değişime açık olmayan atalar dinine mensup olanlar, yeni tekliflere kapalı kalmayı dindarlık zannetmektedirler. Atalarının kendilerine miras bıraktığı anlayışları ve davranışları devam ettirmeye sıkı bir şekilde bağlılıkla; Allah’ın da razı olacağını düşünerek şeytanın usulüne bağlılık göstermekle mümkün olacağı anlayışı hâkimdir.

Atalar dinine mensup olanlar atalarının hatasızlığını kabul ederek, ataların kutsandığı ve asla yanlış yapma ihtimali bulunmayan varlıklar olarak kabul edildiklerinden dolayı; yanlışı ilk baştan yaptıklarını fark edememektedirler. Rabbimiz bunu pek çok ayetle ifade eder. Bunlardan birisi şöyledir;

“ Zira onlara, "Allahın indirdiğine ve Elçisine gelin!" denildiğinde, "Atalarımızdan gördüğümüz inançlar ve fiiller bizim için kafidir" diye cevap verirler. Ya ataları hiçbir şey bilmeyen ve doğru yoldan uzak kimseler idiyseler de mi?” (Maide 5/104)

Atalar dinine mensup insanlar; atalarının da ölümlü ve değişken bir takım anlayışlara sebep olacağını bilmelerine ait hatırlatmaları bile algılamaktan uzak kalabilmişlerdir. Ataların göçüp giden ve ölümlü olduklarını kabul etmek, tüm beşeri sistemlerin de geçici ve aslı bulunmayan esaslar önereceklerini algılamayı gerektirir. Rabbimiz şöyle buyurur;

“(Ve Musa:) "O sizin de Rabbinizdir, göçüp gitmiş atalarınızın da!" diye devam etti.”(Şuara 26/26)

Allah’ın indirdiği ayetlerle, ataların gösterdikleri arasında tercihlerini atalarından gördükleri yanlışları tekrar etmekten yana yapanların, akılsızca yaklaşımları açıkça ifade edilerek;

“Ama onlara, "Allah'ın indirdiğine uyun!" denildiğinde bazıları: "Hayır, biz (yalnız) atalarımızdan gördüğümüz (inanç ve eylemler)e uyarız!" diye cevap verirler. Ya ataları akıllarını hiç kullanmamış ve hidayetten nasip almamış iseler?” (Bakara 2/170) buyrulmuştur.
 

Geçmiş toplumlara gönderilen peygamberler aslında kendi dillerince hep aynı yolu takip ederek akılların kullanılmasını sağlamaya çalışmışlardır. Nitekim bu da sorularak şöyle denilmişti.

“ KUŞKUSUZ, İlyas (da) elçilerimizden biriydi”

“ ve kavmine şöyle seslenmişti: "Allah'a karşı sorumluluğunuzu idrak etmez misiniz?”(Saffat 37/123-124)

Rabbimizin gönderdiği asıl vahye uygun olarak hayatı ve yaşananları değerlendirmesi gereken insanoğlu, kendi uydurduğu ve atalarından miras olarak aldığı tüm anlayışları kendine doğru kabul ederken; vahiyle yapılmış hatırlatmalara rağmen, yanlışın yeniden gözden geçirilerek asıl doğru olana dönüşün başlatılmasını bile göz ardı edilebilmişlerdir.

Kendilerince atalar yolunun mutlak doğru olduğunu iddia etmekle kalmayanlar, bir de Allah istemeseydi zaten bizi bu sapıklıktan kurtarırdı diyerek; asıl sorumluluğu Allah’ın üzerine atmayı bir beklenti olarak kendilerince doğru yol ve anlayış kabul ettikleri için, Allah katından kendilerine gelecek vahyin bulunmasını veya vahiy gelerek kendilerini düzeltmesini beklemeye başlamışlardır. Madem vahiy gelmiyor demek ki atalarımızdan aldığımız her şey doğrudur demeye kalkışarak şöylece kendilerini savunmaya çalıştıklarını rabbimiz haber vermiştir.

“ Ve onlar meleklerin (de) -ki Rahmân tarafından yaratılan varlıklardır- dişi olduklarını iddia ederler: (yoksa) onların yaratılışını gördüler mi? Onların bu saçma iddiası kaydedilecek ve böyleleri (Hesap Günü bundan dolayı) yargılanacaklar!”

“ Onlar hâlâ: "Rahmân dilemiş ol(ma)saydı biz onlara asla tapmazdık!" diyorlar. (Ama) onlar (Rahmân'ın) böyle bir şey (istediği) hakkında bilgi sahibi değiller: Onlar sadece zannediyorlar.”

“ Yoksa biz, bundan önce, kendilerine, hâlâ sıkı sıkıya sarıldıkları (aykırı) bir vahiy mi gönderdik?”

“ Hayır! Ama şöyle derler: "Biz atalarımızı (belli) bir inanç üzerinde bulduk ve ancak onların izinden giderek doğru yolu buluruz!"

“ İşte böyle: Biz, ne zaman, senden önce herhangi bir topluluğa bir uyarıcı gönderdiysek, halkın keyif ve haz peşinde koşan kesimi daima şöyle dediler: "Biz atalarımızı bir inanç üzerinde bulduk, biz ancak onların izinden gideriz!"

“ (Bunun üzerine her peygamber) "Nasıl?" derdi, "Atalarınızı inanır bulduğunuzdan daha iyi bir kılavuz getirmiş olsam da mı?" Berikiler, buna, "Sizin mesajlarınızda bir doğruluk payı olduğunu inkar ediyoruz!" diye cevap verirlerdi. “(Zuhruf 43/19-24)

Kendi düşüncelerinin çürütülmesine karşı gelmeyi dindarlık olarak nitelendirebilecek kadar akıl ve izandan uzak kalanların; artık doğrular gelse de bir gün kabul etmeyeceklerini ifade etmekten bile çekinmediklerini yukarıdaki ayetlerde çok net görebiliyoruz.

Kendi düşüncelerini savunmak ve kurdukları düzeni muhafaza altında tutabilmek için tüm doğruları reddetmekle kalmayanların, liderliklerini kullanarak başkalarını da bu süreç dâhilinde kendi yanlarına almakla, güçlü olmaya ve değişimi görmezden gelerek; statükonun devam ettirilmesine yönelik savaş çığlıkları atmaya başladıklarını görmek mümkün olmuştur. Bu durum eskiden olduğu gibi şimdi de stotükocu mantıkların teklif ettiği din elden gidiyor sloganıyla taraftar toplama çabasının hiç eksilmeden devam ettiğini görebilmemiz bakımından şöylece ifade edilmektedir.
 

“Şimdi bu (insanlar) aralarından bir uyarıcının çıkmasına şaşmaktadırlar; ve hakikati inkar edenler şöyle diyorlar: "O (sadece) bir büyücü, bir yalancıdır! “

“ O, bütün ilahları (reddedip) bir (tek) ilah olduğunu mu iddia ediyor? Doğrusu, bu çok tuhaf bir şeydir!"

“ Liderleri öne atılır: "Pes etmeyin ve ilahlarınıza sımsıkı sarılmaya devam edin: yapılacak tek şey budur!"

“Biz, yeni itikatların hiç birinde böyle (bir iddia) duymadık! Bu, (fâni bir insanın) uydurmasından başka bir şey değildir!”

“ Ne yani! (İlahî) uyarı, içimizden bir tek o'na mı indirildi?" Evet, onlar yalnız Benim uyarıma karşı şüphe içindeler. Evet, onlar henüz Benim azabımı tatmadılar.”

“Yoksa onlar, kudret ve lütuf sahibi olan Rabbinin rahmet hazinelerine sahip (olduklarını mı zanneder)ler? “ (Sad 38/4-9)

Atalar dinine mensup olanlar; kendi yanlışlarını ve iddia ettiklerini doğrulatabilmek adına reddettikleri vahiy gerçeğini bile kullanmaktan uzak durmamışlardır. Kendilerine de karşı çıktıkları peygambere gelen meleklerin inanmadıkları halde gelmesini bekleyebilecek kadar sahtekârlık yapmaktan uzak kalamamışlardır. Bunu rabbimiz şu bilgiyle düşünmememizi isteyerek şöyle buyurur;

“ VE YİNE, GERÇEK ŞU Kİ, Nûh'u kendi kavmine gönderdik; onlara: "Ey kavmim!" dedi, "(yalnızca) Allah'a kulluk edin, çünkü sizin O'ndan başka tanrınız yok! Hal böyleyken, yine de, O'na karşı sorumluluk duymayacak mısınız?"

“Ama o'nun kavmi içinde hakkı kabule yanaşmayan seçkinler çevresi: "Bu (adam) kendine sizin üstünüzde bir yer sağlamak isteyen, sizin gibi ölümlü bir kişiden başka biri değil ki!" dediler, "Çünkü, Allah (bize bir mesaj ulaştırmak) isteseydi, herhalde melekleri gönderirdi; (üstelik,) biz atalarımızdan asla bu(na benzer herhangi bir) şey işitmedik!” (Muminun 23/23-24)

Kuran bizlere daha önceki toplumlarda atalar dinini savunanların bolluğundan bahisle, daha sonraki gelecek toplumlarında içinde ataların dinini takip ederek insanları şeytanın tetikçiliğine soyunmasını sağlayacak ve saptırmaya kalkışacaklarında bulunacağını haber vermiştir.

Bu konuyla ilgili ayetler şöyledir.

“Şöyle cevap verdiler: "Bir tek Allaha kulluk edelim de atalarımızın kulluk edegeldiği bütün öteki tanrıları bırakalım diye mi geldin bize? Eğer doğru sözlü biriysen, haydi getir (de görelim) bizi tehdit edip durduğun azabı!" (Araf 7/70)

“ (Seçkinler:) "Bizi atalarımızı inanç ve uygulama olarak izler bulduğumuz yoldan çevirmeye ve böylece ikinizin bu ülkede söz sahibi kimseler olmanızı sağlamaya mı geldin? Her ne hal ise, size, ikinize inanmıyoruz!" dediler.”(Yunus 10/78)

"Ey Salih!" diye karşılık verdiler, "Sen bundan önce aramızda büyük umutlar beslenen biriydin! (Şimdi) bizi atalarımızın kulluk edegeldiği şeylere kulluk etmekten mi alıkoyacaksın? Doğrusu şu ki, bizi çağırdığın (dâvâ) hakkında son derece ciddî bir şüphe ve kaygı içindeyiz!"(Hud 11/62)

"Ey Şuayb!" dediler, "(Şu) senin dua (alışkanlığın) mı, atalarımızın tapınageldiği şeyleri bırakmamız ve malımız mülkümüz üzerine keyfî tasarruflarda bulunmamamız yönünde bizi uyarmanı zorunlu kılıyor? Çünkü, (biz) sen(i) aslında yumuşak başlı, aklı başında biri (olarak biliriz).”(Hud 11/87)

İnsanların; kendi uydurdukları inançlarla şeytanın hâkimiyetini kolaylaştırdıkları dünyada, gelen vahyi ve elçiyi inkar yolunu seçmeleri, bizlere Allah (c.c) adını anarak Allah’ın dininden sapanların vahiyden etkilendiklerini ama bir türlü kabul etmeye yanaşmadıklarını anlatan ayetle, kendi safsatadan oluşan din anlayışlarını gizlemek için her türlü savunmayı meşru ama akıl edemediklerini de akıllılık gibi göstermeye çalıştıklarını da görebilmekteyiz. Rabbimiz bunu da bizlere şöylece haber vermektedir.

“ Mesajlarımız onlara bütün açıklığıyla aktarıldığında, (hakikati inkara şartlanmış olanlar birbirlerine,) "Bu (Muhammed) sizi atalarınızın taptıklarından vazgeçirmeye çalışan biridir sadece!" derler. Ve "Bu (Kuran, insan tarafından) uydurulmuş bir safsatadan başka bir şey değildir!" d(iye ekl)erler. Ve (son olarak,) hakikati inkara kalkışanlar, hakikat kendilerine ulaştığında, onun için, "Bu, büyüleyici güzel bir sözden başka bir şey değil!" derler.”(Sebe 34/43)

Ölüm kimsenin kaçabileceği bir vakıa değildir. Ölümün varlığı bir gün hesabında varlığını mutlaka ortaya çıkaracaktır. Herkesin ölümüyle gerçekleşecek hesap hali mutlaka aklını kullanarak vahye tabi olanlar için kolay, atalarının yolunu takip edenler içinde zorluk ve hüsran dolu bir durumu ortaya çıkaracaktır.

 

“ (O Gün hesap) sûru üflenecek; ve yerde, gökte ne varsa hepsi, Allah'ın (hariç tutmak) istedikleri dışında, düşüp bayılacaklar. Sonra sûr yeniden üflenecek; işte o zaman (yargı kürsüsü önünde) duranlar (hakikati) görmeye başlayacaklar!”

“ Ve yeryüzü Rabbinin nuru ile aydınlanacak. (Herkesin işlediğinin) hesabı ortaya dökülecek; bütün peygamberler ile (öteki) bütün şahitler huzura çağrılacak ve kendilerine adaletle hükmedilecektir. Ve onlara asla haksızlık yapılmayacak,”

“çünkü herkes, yapmış olduğu (iyi veya kötü) her şeyin karşılığını tam olarak görecektir: Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir.”(Zümer 3/68-70)

Atalar dininin; gelenekten başka hiçbir temelinin olmamasından dolayı, zaaflarının da her zaman insanın değişimine dair olmayıp dönüştüren ve kokuşturan bir özellikte olmasıyla ilgilidir.

Atalar dini zamanların ve mekânların değiştirdiği esaslarla kendini ifadeye yeltendiği için ;değişim adına bir takım muktedirlerin keyfine göre hareket edecekleri zeminlerin oluşmasıyla menfaatin ve hegemonyanın hakimiyetini sağlamaya yönelik girişimlerde bulunmayı kolaylaştıracaktır.

Sanalın hâkimiyetini sağlamak için, sanal kurallar ve cezalarla tehdit ettikleri insanlar üzerinde hâkimiyet kurma yarışındaki tüm batıl mantıklar her zaman iş başında olacaktır.

Boş bedenlerin, boş prensiplerin yıkılmaya mahkûmiyeti anlaşıldığı gün hakkın hâkimiyeti de kolayca mümkün olacaktır.

Rabbimizin hatırlatması kullukla ilgilidir. Akıl sahiplerinin ders alması için rabbimiz şöylece buyurur;

“ (Hûd): "Rabbinizin müstehak gördüğü ürkütücü bir bela ve gazapla kuşatılmış durumdasınız zaten!" dedi. Şimdi, Allahın haklarında hiçbir delil indirmediği, yalnızca sizin ve atalarınızın uydurduğu o (boş) isimler hakkında mı benimle çekişiyorsunuz? (O kaçınılmaz olanı) bekleyin öyleyse; doğrusu ben de sizinle bekleyeceğim!" (Araf 7/71)

“ Allah'ı bırakıp tapındığınız her şey gerçekte sizin ve atalarınızın kendi muhayyilenizden çıkardığınız (anlamsız) isimlerden öteye geçmemektedir; çünkü bunlar hakkında hiçbir kanıt indirmemiştir Allah. (Neyin doğru, neyin eğri olduğu konusunda) hüküm yalnızca Allah'a aittir. Ve O da kendisinden başkasına kulluk etmemenizi buyuruyor. İşte dosdoğru olan (tek) din budur; ama insanların çoğu bunu bilmez.” (Yusuf 12/40)