Doğu-Batı Kardeşlik Platformunun Diyarbakır sekretaryasını yürüten Ahmet Ay dostumdan bir elektronik posta aldım. Üstad bana bir yazısını göndermişti.

Konusu bir vekilin ettiği son derece seviyesiz bir laftı. Daha doğrusu İslam’a yapılan iğrenç bir saldırı.

Vekil:  BDP Diyarbakır Milletvekili; adı: Nursel Aydoğan; konuşmasının konusu: Kadınlar günü; amacı: İslam’a saldırmak, İslam’ı Kürt kardeşlerimiz gözünde küçük düşürmek, Kürtler ile dinleri arasına aklı sıra soğukluk sokmak.

Evvela dediği laf: “dinimizde kadının omzunda, boynunda şeytan yuva yapar deniyor. Yani on beş günde bir kadının omzunda yuva yapan şeytanı dağıtmak için kadına şiddet uygulamak, kadını dövmek gerekir deniyor”

İftiranın böylesine yuh olsun doğrusu!

Nerede, dinin hangi kaynağında böyle bir saçmalık var? Bulabilene aşk olsun!

Fakat bunun ne önemi var? Önemli olan Kürt Ulusçuluğu değil mi? İslam gönüllerden boşalsın ki yerini “ulusalcılık” dini alsın, önemli olan bu, gerisi fasarya...

Nedir bu dinin Ulusalcılardan çektiği, anlayabilmiş değilim doğrusu. Al birini vur diğerine...

İletişim Yayınlarından bu sene çıkan “Türkiye Siyasetinde Kürtler” isimli derleme kitapta Cemil Gündoğan tarafından kaleme alınan bir makale okumuştum. Makalenin ismi bile son derece çarpıcıydı: “Geleneğin değersizleşmesi: Kürt Hareketinin 1970’lerde Gelenekselle İlişkisi Üzerine”

Makale Kürtler üzerinde etkili rol oynayan, Kürtleri etkileyen sosyal aktörlerin eğitim ve ideolojik yapılarını inceliyordu. Güneydoğuda faaliyet gösteren medreselerin kapatılmasından sonra Kürkler için rol modeli olan kişiler artık geleneksel yapıdan gelmiyorlardı. Hatta daha da önemlisi bu kişiler Kürtlerin nezdinde geleneği daha da fazla değersizleştirmeye çalışıyorlardı.

Evet, gelenek değersizleşiyordu, değersizleştiriliyordu. Böylece modernleşme ve daha da önemlisi“Ulus” haline getirilmesi planlanıyordu.

Yani bir toplum mühendisliği idi yapılan.

Peki, bunu yapanlar ilhamını nereden alıyorlardı?

Cemil Gündoğan uzunca makalesinde bu konudaki yargısını açıkça belirtiyordu: Kemalist eğitimden. Yani Türk ulusalcılığı ve Laiklik ilkelerinden...

Böylece yeni Kürt Aydınlarınca, ilkel üretim ve yaşam koşullarında yaşadığı düşünülen Kürt Toplumunun modern bir toplum olması düşlenirken gelenek ile ilgili olan ne varsa kötüleniyor ve hatta bu geriliğin(!) müsebbibi olarak suçlanıyordu. Bu tür eğitim almış kişiler için artık geleneğin oluşturduğu aidiyet duyguları da anlamsız kalıyordu. Mesela bir ümmete ait olmak onlar için anlamsızdı... Veya hemşehrilik duyguları “feodal” bir ilişki türü olarak yaftalanıp dışlanıyordu.

Artık tek bir alternatif kalıyordu: Ulus ve ulusçuluk...

Bu konuda almış oldukları Kemalist eğitimin hakkını veriyorlardı doğrusu; fakat bir farkla, artık söz konusu olan ulus kendilerine empoze  edilenTürk ulusçuluğu değil, Kürt ulusçuluğu idi. Mukabil bir ulus inşası hareketine başlamışlardı, kısacası.

Laikliğe gelince, onu olduğu gibi aldılar fakat üstüne de sosyalizmi sos olarak döküp farklı bir lezzet oluşturmayı düşündüler.

Nihayet bugünlere gelindi. Ama hala daha geleneğin içerisinde yaşayan Kürtler ve Tükler var... Ve onlar diyorlar ki: Şayet ayılırsak, birbirimize sırt dönersek Allah’ın Resulünün getirmiş olduğu dine ihanet etmiş oluruz.

Ahrette de bunun hesabını veremeyiz. Efendimizin değil, ideologların yanında haşr oluruz... Zira bize bildiriliyor ki “bir kimse sevdiği ile birlikte haşr olacaktır”.

İşte bunun için birileri bizleri birbirimize düşürmek için hala daha İslam’a iftira atmaktan geri kalmıyorlar...

Peki, bunlar İslam’a iftira attıkları kadar,  bıyığı çıkmamış çocukların dağa çıkarılmasını dillerine doluyorlar mı? Anne ve babalarının feryatlarını duyuyorlar mı?

Adam sende! Sorduğum soruya bak... O çocukları niye düşünsünler ki?

O çocukların “varlıkları Kürt varlığına armağan olsun” olduğunu dahi öğrenememişim daha.