Tencereci, tavacı takımı, Gezi'yi her özlediklerinde bazen ağaç bazen üniversite gibi aslından uzak bir konu başlığıyla biraraya gelip kaostan beslenmeye gayret ediyorlar.

Bu defa Boğaziçi'nde bir örgüt, Kabe'nin resmini yere atarak dini değerlerimize hakaret ettiler ve tepki gösteren dindar öğrencileri fişlediler. Melih Bulu'nun Boğaziçi'nde rektör atama geleneğine aykırı olarak geldiğini bahane eden grubun fişleme geleneği çok eskiye dayanıyor.

1970'lere kadar bir Türk rektörü dahi olmayan Boğaziçi Üniversitesi, öncesinde misyoner okulu olan Robert Kolejiydi. Bu üniversite, Anadolu'nun dört bir yanından öğrenci almasına rağmen mütedeyyin hocalara bilhassa yer vermiyordu. Mim Kemal Öke ve Şerif Mardin, Boğaziçi'nden yıldırılarak gönderilen dindar insanlardan. Lisansını Boğaziçi'nde, mastırını ABD'de yapan ve orada "Gelecek vadeden kişi" seçilen bir genç, sırf İmam Hatip Lisesi mezunu diye bu üniversitede doktoraya kabul edilmemiş. 

Araştırmacı, yazar Mustafa Şen, Habertürk'te katıldığı programda Boğaziçi'nde doktora yaparken kendisinden İslami camiayı deşifre etmesini istediklerini, etmeyince üniversiteden atıldığını anlattı. Yıllar önce, 1985-1986 yıllarında da Ramazan'da oruç tuttukları için, 276 genç arkadaşıyla üniversiteden sahur ve iftar yemeği istediklerini, üniversite yönetiminin oruç tutan 276 gencin ismini vermesi (fişleme) şartıyla iftar ve sahur vermeyi kabul edebileceğini söylediğini belirtiyor. Tüm bunlar mevcut gettonun kırılmaya başlamasıyla karanlık güçlerin rahatsızlığının arttığını kanıtıdır. 

Boğaziçi Üniversitesinde kayyum rektör protestosu yapan eylemcilerden yalnızca 55'i bu üniversitenin talebesi. Geriye kalan 456 eylemci ise DHKP-C, PKK, MLKP örgütü üyesi. LGBT pankartları ve İslam'a hakaret sloganları üniversitede okuyan 16 bin öğrenciye değil, bir grup örgüte ait. 

Boğaziçi Üniversitesindeki suni sorunun arkasında LGBT'yi sahiplenen, dindarlara hayat hakkı tanımayan karanlık bir zihniyet var. Yurdun dört bir yanından gelen en parlak, en başarılı öğrencilerin bu üniversitede şekillendirildiğini düşünürsek gelecek adına ürkütücü bir tablo bizi bekliyor olabilir. 

Kimse mevcut hükümetin her söylemini sahiplenmek, her yaptığını onaylamak zorunda değil. Hatalar elbette eleştirilecek, alternatifler konuşulacak, çözümler üretilecek. Ancak vesayetçi düzenleri bozulduğu için kitleleri tahrik etmek isteyenlerin tuzağına düşmek, onlarla birlikte LGBT gibi sapkınlıkları savunan platformun yanında olmak ne Ali Babacan'a ne de Ahmet Davutoğlu'na yakışır. 28 Şubat'ta olduğu gibi başörtülülerin yerlerde sürüklenerek üniversitelerden atıldığı günlerin hasretiyle tavasını, tenceresini tıngırdatanların değirmenine su taşımak hiç kimse için hayırlı sonuç getirmez...