Şöyle bir soru soralım ve peşinden düşünelim: Hz. Muhammed’in insanlar üzerindeki otoritesinden daha güçlü bir otorite sahibi gelmiş midir? Gelmemiştir! Çünkü evvela O bir peygamberdir. Yani Allah’ın seçtiği ve emirlerini ve bilgilerini insanlara iletmesi için vahiy gönderdiği özel bir kişidir.

            Yani manevi açıdan baktığımız zaman o emsalsiz bir otorite sahibidir.

            Bu kadar mı? Tabii ki değil! O aynı zamanda gelen vahyi açıklayan ve nasıl hayata geçirileceğini de gösteren tek örnektir. Literatürde buna “sünnet” denir. Sünnet: dini anlamada ve yaşama da kitaptan(Kur’an’dan) sonra gelen ikinci kaynağa verilen addır.

            Demek ki Efendimiz aynı zamanda hukukun kaynağını da oluşturan bir otoritedir.

            Bunlara ilaveten O aynı zamanda Müslümanların her ortamda doğal lideri ve Medine döneminde kurulan devletin de başkanıdır.

            Kısacası O öyle katmerli bir otoritenin sahibidir ki, insanlar üzerinde bu denli muhkem bağlarla tesis edilmiş otoritesi olan başka bir şahsiyet gelmemiştir. Onun iktidarı maddi, manevi ve hukukun kaynağı olması açıdan ayrı ayrı bağlarla inşa edilmiş olan bir otoritedir.

            Birde bunların yanında değinilmeden geçilmemesi gereken diğer bir bağ daha var. İnsanları ona bağlayan bir başka önemli bağda “sevgi” bağıdır. O Abdullah’ın yetimi Muhammet’tir. Onu koruyan ne adamları ve nede insanları kendisine satın alarak bağlayacağı ekonomik güce sahiptir.

O çevresi ile daima sevgi yumağı ile kurulu bir ilişki üzerinde olmuştur.

            Peki, bu denli güçlü otorite, “ dediğim dedik” bir dayatma içerisinde midir?

            Asla!  Zira o bir şey söylediği zaman arkadaşları ona hemen: “Anam babam sana feda olsun, bu söylediğin önüne ve arkasına geçemeyeceğimiz Allah’ın sözü mü yoksa senin sözün mü?” diye sorarlardı.

            Soruda ki kasıt apaçık: Söylediğin şayet Allah’tansa amenna, bir itirazımız olamaz. Fakat eğer senin sözünse yani senin şahsi görüşünse bu konuda benimde bir görüşüm var, söyleyeyim de birlikte mütalaa edelim.

            Ne medeni cesaret! Ne büyük bir alicenaplık ve ne nezih bir sosyal ilişki ağı!

            Böyle bir diyalog neticesinde Bedir Savaşında Peygamberin görüşü terk edilerek şehir dışına çıkılmak suretiyle müşrik ordusuna karşı Bedir Kuyusu yakınında savaşılmıştır. Oysa O şehirde kalmak suretiyle savunma yapılması görüşünde idi.

            Bir gün bir bedevi karşısına çıkar, fakat tir tir titremektedir. Zira o ne denli sahici bir otorite ile karşı karşıya olduğunun farkındadır.

            Efendimizde onun bu durumunun farkındadır. Onu rahatlatmak için der ki: “ Rahat ol. Ben Kral değilim. Bende senin gibi kurutulmuş et yiyen bir kadının evladıyım”

            Bu ne demek? İktidarının gücünü karşındakinin üzerine boşaltmamak demek! Onun ezilmesinden dolayı “muktedir” olmanın o vahşice lezzetini nefsine haram etmek demek.

            İnsanın insan olarak doğuştan getirdiği onurunun ve haklarının hiçbir siyasi güç tarafından sarf-ı nazar edilemeyeceği demek.

            Bir gün yeni İslam’a giren güçlü bir kişi Kâbe’nin etrafında tavaf etmektedir. Bir bedevi yanlışlıkla onun eteğine basar. Sen misin bunu yapan? Bizim muktedir patlatır tokadı zavallının suratına; oda alır soluğu efendimizin yanında.

            Hüküm:  kısas! Mademki sen kasten ona vurdun, onu zayıf, kendini güçlü gördün. Oda herkesin içerisinde seni tokatlayacak.

            Bunu duyan güçlü “beni bir bedevi ile bir tutan din olmaz olsun” diyerek İslam’a girmekten vazgeçecek ve o cahili geçmişine yeniden rücu edecektir.

            Ah keşke cahili geçmişe dönen sadece o kişi olsaydı! Yaşanan bu altın devirden çok kısa bir süre sonra o cahili Arap adetleri yeniden hortlamamış olsaydı!

Devam edeceğiz inşallah.