Elimde Orhan Miroğlu'nun "Silahlan Gömmek" isimli yeni çıkan kitabı var. Henüz daha yarısına bile gelemedim. Yinede bu kitap hakkında düşüncelerimi sizlerle paylaşmak isterim.
 
Yazarını tanımakta fayda var, ama önce kitabın ismine yeniden dikkatleri çekmek istiyorum:1 Silahları Gömmek.
 
Silahlara veda değil; silahlan gömmek...
 
Orhan Miroğlu bir Kürt aydını... Ülkemizde aydınların genellikle başına gelen hadise onunda başına gelmiş. Yıllarca cezaevinde, üstelik o meşhur Diyarbakır Cezaevinde yatmış ve çeşitli işkencelerden geçmiş. Bununla da kalmamış Musa Anter'e yönelik suikasttan kıl payı yaralı olarak kurtulmuş... Ama bütün bunlara rağmen düşünen ve düşündüklerini kitap haline getiren bir akil adam.
 
Geçen günlerde PKK tarafından ölümle tehdit edilen, Taraf Gazetesinin yazarı. Yazar ısrarlı bir şekilde barıştan yana vurgu yapıyor. Türk ve Kürt halkının artık bu savaşa suskun kalmayıp kaderleriyle siyasi kumar oynanmasına izin vermeyeceğini söylüyor.
 
Zira yazara göre "Bu savaş yeteri kadar sürdü ve yeteri kadar kirlendi"(Sh 19) Yazar evvela PKK' nın ortaya çıktığı dönemi bizlere anlatıyor. Başka bir ifade ile 12 Eylül darbesi öncesini... O dönemde Kürtlerin haklarını savunmak için pek çok örgüt kurulmuş, hemen hepside demokratik yollarla mücadele etmek niyetinde...
 
Ancak bir gurup müstesna: Apocular... Sayıları son derece az. Hatta diğer guruplar bir Apocuya rastlarsa sırf kafa bulmak için tartışıyor(Sh: 8) Onlarsa mücadelenin silahsız olmayacağını söylüyorlar... Yani savaştan bahsediyorlar...
 
Ancak yazar örgüt konusunda kuşkularını da açıkça dile getiriyor:    "PKK'nın kuruluşu ve 12 Eylül Askeri darbesi arasında o kadar dar bir zaman var ki, iki-üç yıla sığan bu dar zamanda nasıl oldu da PKK, binlerce insanı saflarına çekebildi..."(Sh 12)
 
PKK evvela Kürtler içerisinde demokrasi yanlılarını katlediyor; Kürt örgütleri yok edilince meydan tamamen kendilerine kalıyor.
 
Üstelik bu birdenbire oluveriyor. Sayın Miroğlu'nun PKK hakkındaki tespitleri gerçektende son derece enteresan ve düşündürücü Mesela örgütü motife eden ideolojik yapısı hakkında aynen şöyle söylüyor:
 
"Ulus-kurucu bir ideoloji olarak Kemalizm, PKK'yı ve kurucularını etkilemiş, ta Ankara'dan başlayarak, daha sonrada İmralı'da gelişen bir siyasi tarih içinde, devletin 'ağırlığı' kendisini hep hissettirmiş ve göstermiştir" (sh 9)
 
Demek ki ideolojik gıdasını aynı memeyi emerek almış... Ulusçuluk, menşei itibarıyla Batı'lı; ama dünyanın başına epeyi bela açmış, özellikle Ortadoğu coğrafyasında pek çok operasyonlara malzeme olmuş yabancı bir ideoloji... Yabancı ve netameli.
 
Bir Batı'lı düşünürün deyimiyle " burjuvanın eşiği aşma projesi"...
 
Neyse biz tekrar konumuza dönelim. Sayın Miroğlu bizlere bir Abdullah Öcalan portresi çizer. Bunu yaparken Mandela ile Öcalan'ı kıyaslar.Bu şekilde Öcalan'ın olumsuzluklarını somut bir hale getirmiş olur.
 
Mandela, Robben adasında 24 yılı hücrede olmak üzere tam 28 yıl hapiste kalmıştır. Ama sonunda Güney Afrika'da huzuru ve barışa getirmiştir. Öcalan ise 12 yıldır İmralı dadır ve bu süre heba
olmuş bir süredir. Çünkü Öcalan böyle bir süreci yürütmek bakımından kifayetsiz ve güvenilmez bir
kişidir.
 
Sebebi ise Öcalan'ın Ergenekon sanığı kişilerle olan irtibatıdır. Yazar bu hususun üzerinde ısrarla durur: "Abdüllatif Şener'i, Mehmet Ağar'ı, Erkan Mumcu'yu 'Darbe olacak mecliste olmasanız iyi olur' diye ikna eden Ergenekoncular, Öcalan'ı da ikna etmiş görünüyorlardı"(sh 40)
 
Böylece Öcalan sivil siyasete değil, onu sık sık ziyaret edip tavsiyelerde bulunan Engin Alan ve Atilla Uğur gibi Ergenekonculara inandı ve güvendi(sh 40)
 
Peki, bu Ergenekoncular Öcalan'dan ne istiyorlardı. Yazar bu konuya defalarca değinir: Savaşı tırmandırmak. Yanlış okumadınız: Savaşı tırmandırmak...
 
"Devlet düşük yoğunluklu savaşta sizi dikkate almaz. Savaşı tırmandırın, daha ciddi bir savaş verin o zaman dikkate alınırsınız."(sh: 10,36,40,67)
 
Evet, yine yazarın deyimiyle Robben adası barışın konuşulduğu ada olurken İmralı adası savaşı tırmandırmanın konuşulduğu ada olarak tarihe geçiyordu.
 
Keza yine PKK'ya değinen yazar, örgüt içerisinde bulunan sol bir damarın "Kürt sorunu AKP eliyle çözülecekse çözülmesin daha iyi" mahiyetinde bir tavır gösterdiklerinden de söz eder.(Sh 47)
Yazar Mandela hakkında şu tespitlerde bulunarak adeta "sen anla gelinim" demeye getirir:
 
Mandela ne yapacağı kestirilemeyen bir lider değildi.
 
Bugün kabul ettiğini ertesi gün inkâr edenlerden hiç değildi.
 
Tutarlı, onurlu ve vizyon sahibi bir liderdi.(sh 66)
 
Ben kitabı okumaya devam edeceğim... Ülkemizin halen kanayan bu yarası hakkında "Bebek Katili" gibi klişeleşmiş lafların ötesinde bir şeyler duymak isteyenlere hararetle tavsiye ederek.