Geçenlerde bir vesile ile hayatını boşuna geçirmemiş bir zatla tanıştım. Türkiye’de okumuş, İngiltere’de Yüksek lisans yapmış, sonrada uzun yıllar Suudi Arabistan’da kalmış; bilgili, kültürlü ve nazik bir kişi. Konuşmasını bildiği gibi dinlemesini de biliyor.
            Konu döndü dolaştı Osmanlı’ya geldi... Ama önce onun kutsal topraklarla ilgili ifadelerini, aktarabildiğim kadarıyla sizlerle paylaşmak isterim.
            İçime işleyen sözleriyle:
            Kâbe; Allah’ın evi! Sadeliğin sergilediği muhteşemlik!
            Tavaf edenler sanki aşkı ifade ediyor Daha doğrusu yaşıyor. Kâinatın temelinde yatan harç  “Rahmet”. Varlık, O’nun Rahmet sıfatının tecelligahı. Bu nedenle evrenin temeli aşk! Aşk ise dönmek; dönmek varlığın eylemi. Atomdan tutunda gezegenlere kadar dönmek... Elektron çekirdeğin etrafında dönmeseydi, bütün dünyanın cüssesi belki futbol topu kadarı olacaktı. İyi ki elektronlar dönüyor ve bizler mevcut dünyada yaşayabiliyoruz.
            Ya gezegenler. Ay dünyanın etrafında dönerken, dünya güneşin etrafında dönüyor. Güneş de gezegenleri ile birlikte,  bir merkezin etrafında dönüyor. Güneşin dâhil olduğu galaksiye “Samanyolu” denir. Samanyolu da durmuyor, o da dönüyor... Samanyolu mu? Evrende bulunan milyarlarca galaksiden sadece bir tanesi... Galaksiler de durmuyor, onlarda dönüyor, kendi yörüngelerinde, tıpkı Samanyolu gibi.
            Ne muhteşem bir tasarım!
            Hani Kur’an’da deniyor ya:” Güneş ve ay hesapladır”(Rahman/5) diye.
            Yine deniyor ya: “Her şey Allah’ı tesbih eder. Fakat siz onların tesbihini anlayamazsınız”(İsra/44) diye.
            “Göğe (gelince) onu da Allah yükseltti ve mizanı koydu”(Rahman 7) diye. Lakin hemen arkasından gelen bir müthiş bir ikaz var: “Mizanda haksızlık etmeyin”(Rahman 8). Aman Allah’ım! Mizanda haksızlık etmemek... Ne büyük bir tembih! Şahidi olduğun ihtişam karşısında haddi aşma boyun eğ!
            Ve dön! Varlığın oluşturduğu cümbüşe dâhil ol! Aşkın sırrına er. Haddi sakın aşma. Aklının terazisine mukayyet ol; yoksa sen bu hayatı aşksız yaşamış olursun. Aşkı tatmak için varlığın sesine kulak ver. Onlar hal lisanları ile O’nu tesbih ediyor ve dönüyorlar.
            Tıpkı senin Kâbe’nin etrafında dönmen gibi! Aşk ile!
            Kâbe’yi seyretmekte sevapmış, tavaf edenleri seyretmek. Peki, bu seyredenler de ne oluyor? Onlar sanki henüz hayata dâhil olmayanlar gibi. Zamanı gelince kalkacak ve hayatın içerisine, dönmeye/aşka karışacaklar. Lakin kimisi işin farkında kimisi de kopkoyu bir gaflete gark olmuş olarak.
            Başka ihtimal yok; hayat dairesi tamamlanacak!
            Say: Safa ve Merve tepeleri arasında geliş gidiş. Hacer anamızdan bize miras... Say bir endişenin, müthiş bir tedirginliğin simgesi. Hacer anamız suyu aramış ve zemzemi bulmuştu. Peki ya bizler? Bu mahşerin temsilinde, dirilmenin temsilinde o tepeden bu tepeye giderken zemzemimizi bulabilecek miyiz? Renk, ırk, dil, ulus, tahsil, zenginlik, makam ve mevki farkının müessir olmadığı; göğüsleri daraltan, o herkesin yaşayacağı, kelimelerin izahta kifayetsiz kaldığı muazzam endişe de neye tutunacağız? “Hani bizim zemzemimiz?” dercesine çıplak bir şekilde ihram ile koşuyorsun. Herkes gibisin; ama “herkes”in hiçbir kimseye etkisinin olmadığı bir herkes. Yani dünyadaki herkes den çok farklı bir herkes. Tam anlamıyla bir dirilişin portresi! Zemzemini buldunsa Hacer’sin. Yoksa? Ötesini düşünmek bile korkunç!
            Aşktan gafilsen zemzemi bulamazsın. Hayat çemberinde boşuna yol almışsın demektir. Ama hayat döngüsünde aşkı tatmışsan, zemzem kuyudan çıkmak için topuk darbeni bekliyor demektir. Yani zemzemin aslı aşk! Aşkı kana kana içmenin adı zemzem. Âşık olanın iki dünyası da zemzem serinliğinde...
            Allah cümlemizi ateşinden korusun. O’nun Adaleti şaşmaz. Lakin O’nun Adaletine kalırsak işimiz zor. Hem de çok zor! Bereket O’nun Rahmeti ve Merhameti de var. Allah’tan kaçmanın tek yolu yine Allah’a sığınmak! Çünkü O Rahman ve Rahim olan...
           
            Bunca nimeti veren... Bu nimetlerden istifade edebilmemiz için bizleri yaratan. Öyle değil mi? O’nun üzerimizdeki en büyük nimeti yaratılmış olmamız değil mi? Şayet yaratılmasaydık nimetlerin hiç birine nail olamazdık. Dönemez, Kâinatın o muazzam mizanına şahit olamazdık.
            Şahit olmak; Yaratılmış olmanın amacı. Bizler şahit olmak için geldik. Şahit olunacak şeyler var ve şahitlik yapacak bir donanım ile gönderildik.
            Lakin doğru şahitlik yapmak kadar, yalancı şahit olmakta var.
            Yalancı şahitlik: İnkâr! Bile bile, göz göre göre “yalan” beyanda bulunmak.
            Sohbetin ilerleyen kısımlarında iş Suudi Krallığına ve Osmanlıya geldi dayandı. O zat bizlere çok önemli bilgiler aktardı.
            Meğer Suudi Krallığını bir endişe almış ki,sormayın gitsin!