Kur’an pek çok ayette geçmiş kavimlerin durumuna dikkatimizi çeker. Peygamberler ve mücadele yöntemlerini bilmemizi ister. İnsanlığa doğru yolu göstermek amacıyla gönderilen peygamberlerin sözlerini dinlemeyip, kendi bildiklerini yapmaya devam eden toplumların helak edildiğini hatırlatır. Ve ilahi mesajların nasıl değiştirildiğini, böylece ’şirk’ temelli bir düzenin nasıl ortaya konduğunu anlatır. Yani Allah’a inandığını söylediği halde, Allah’ın istediklerini değil de kendi nefsine hoş gelen pratik ve pragmatik (faydacı) bir anlayışla tanrılar edindiklerini bildiren müşrikleri haber verir. Böyle bir değişim çok hızlı gerçekleşmez. Kutsaldan kopma, ilahi mesajın içeriğinde var olan bilgilerin pratik hayattan çıkmasıyla, sadece dillere dökülmesiyle başlar. Peygamberin bırakmış olduğu din eğer yaşanmazsa belirli bir süre sonra müntesipleri arasında sadece ismi kalır. Bu durum o dinin ve toplumun değiştiğinin açık göstergesidir.

Değişim kelimelerle başlar. Din dili ile buna ‘tahrifat’ denir. Yani kelimelerin içeriğinde var olan anlamının çarptırılması, verilecek olan mesajın basite indirgenmesi, zamanının geçtiğinin söylenmesi, psikolojik olarak alaycı bir tavır ile yaklaşıldığı için zamanla aşağılanan bir kavrama dönüşmesi gibi pek çok yol ile ‘tahrifat’ gerçekleşmeye başlar. Böylelikle dini değerlerin aşağılanması yolu seçilmiştir. Günümüzde bu yöntem ile tahrif edilen bazı kelime ve kavramların başında ‘şeriat’ gelir. Cami hocası, takva, ümmet gibi İslam’ın ana omurgasını oluşturan bazı kavramlar ya modernizm adına ya da ulusalcı anlayışlar adına tahrif edilerek içi boşaltılmaya çalışılmaktadır.

Amerikalıların 11 Eylül 2011’deki saldırılar sonrası her konuşmalarında ’11 Eylül’ ve ‘terörist’ ifadelerini kullanmaları tesadüfi değildir. Saldırıları gerçekleştirenleri hiçbir araştırma yapmadan Müslümanlar olarak seçmiş olmaları oldukça manidardır.‘11 Eylül’ ve ’terörist’ kelimeleriyle neyi hedeflediklerine dikkat ettiğimiz zaman karşımıza şu çıkar. Bu kelimeler sürekli tekrarlana tekrarlana zihinlere Müslümanların terörist oldukları anlatılmaya çalışılmaktadır. Yani Müslüman = Terörist. Tahrifat denilen şey işte budur. Burada kelimeleri tahrif yoluyla neyi amaçladıkları iyi bilinmelidir. ‘Terörist avına çıkıyoruz’ diye iki kule yıkıp, karşılığında ise iki ülke işgal etmeleri gizledikleri bir plandır.

Bir toplumun değişmesi kısa sürede olmaz. Böyle bir değişimin hayata geçirilebilmesi için öncelikle geçmişle bağların koparılması gerekir. Bunun için geçmişin işe yaramadığı, modasının geçtiği, teknolojiye ayak uydurmak için mecburen geçmişten gelen bazı değerlerin terkedilmesi gerektiği, gibi değişik tezler üretilir. Ve bir tarafın özendirilmesi amaçlanır. Bunun için ise düşüncenin kırılması işin başıdır. Böylelikle akıl düşünmeyi durdurur, önüne süslenerek servis edilen yeni şeyler geçerli akçedir. Öncekinin ise hükmü kalmamış, tarihteki yerini almıştır.

Bizim Osmanlıdan koparılmamız böyle olmuştur. Önceleri Osmanlıya hayranlık duyan bir nesil varken yeni yetme gençlerin Batıya ve batıdan gelen yaşam şekline değer verip, geçmişten nefret etmelerinin arka planında bunlar vardır. Bu durumu şu örnek çok güzel izah etmektedir.

Bilim insanları bir deney yapmak için kaynar kazanın içine bir kurbağayı atarlar. Kazanın içine düşen kurbağa hemen dışarı atlar ve canını kurtarmayı başarır. Bunun üzerine bilim insanları şöyle derler. ‘Eğer kaynar kazanın içine kurbağayı atarsanız, kurbağa sıcak suyu hisseder hissetmez kendini dışarı atıyor, dolayısıyla başka bir yöntem bulmalıyız’ derler. Ve şu metodu denerler. Soğuk bir kazan suyun içine kurbağayı atarlar. Kurbağa buna hiç tepki vermez. Daha sonra kazanın altını yavaş yavaş ısıtmaya başlarlar. Kurbağa bu duruma da tepki vermez, çünkü vücudu buna alışır. Suyun kaynamasından sonra kurbağaya bakarlar ki kurbağa ölmüş.

Toplumların değişip kutsaldan kopması bu deneye çok benzemektedir. İnsanlar kutsaldan kopartılırken çok hızlı, çabucak sonuca ulaşılacak yöntemler denenmez. Bunun yerine zaman alacak insanların tepki vermeyecekleri, keyiflerinin bozulmayacağı, rahatlığın ön plana çıkartıldığı fırsatlar ve değişik imkânlar önlerine sunulur. Albenisi çok olan bir hayat tarzı üretilir. Tutkularını sınırsızca yaşamayı amaç edinmesi hedeflenir. Tüketim kültürünün en önemli ögesi olması için reklamın çok olduğu adına ‘moda’ denilen bir dünya oluşturulur. ‘israf’ sadece ekmek kırıntıları ve çeşmeden suyun damlamasına indirgenir. Dinini değiştirmemiş, Müslümandır. Kadim mabedden, modern mabedler olan alışveriş merkezleri arasında gider gelir. Sağında ve solunda yaşananlar karşısında ya sağır veya kör olmalıdır. Çünkü gördükleri karşısında ise rahatsızlık duymaya başlayacaktır. Çünkü bunlardan keyfi kaçacaktır.

Böyle bir kimsede zamanla put kavramını sadece isimlere indirgeyen bir zihin ortaya çıktığı için, put sektörünün modası geçen putları kırıp yerine yenisini ekleyen sektörel putları göremedikçe yaşadığı sıkıntıları görmesi mümkün değildir. Çünkü putların en kalitelisi, en fiyakalısı, en sorgulanmayan olanı, en keyiflisi olduğu sürece yaşadığı hayatı sorgulayamaz. Bir kısmını kabul edip uyguladığı ama bir kısmını ise rahatının kaçacağından dolayı mazeretler üreterek yapmaktan kaçındığı, sorumluluk almadığı bir İslam’ı yaşamaya başlar. Bu süreç içerisinde asimilasyon gerçekleşip farklı kültürler taklit edilerek yaşam tarzı haline gelir.

Böyle bir İslam o kimseye ‘varlık’ sorusunu sordurtmaz. Bu sorudan rahatsızlık duyar. Çünkü kaçtıkları, terk ettikleri, görmemezlikten geldikleri, tembelliğinden dolayı erteledikleri, vb. hatırlatıldığında keyfi kaçar. Kısacası dünyevileşmiştir. Suçlu hep öteki mahallede oturanlardır, kendi mahalle delikanlılarının yapmış olduğu şeyler ise şartlar gereğidir. Öyle bir hayatı yaşamaktadır ki bütün kırmızı çizgilerini kendisi belirlemiştir. Yaşadığı hayata kutsalının müdahale etmesini istemez. Tüm zaman ve mekânların ilahı olan ‘Allah’ın otoritesi’ hatırlatıldığı zaman ürkmeye başlar. Basit teknikler ile yapılanlar yeni yeni ilahlar üretir. Yaşadığı din kültürel dine dönüşmüştür. Öyle bir değerler dizisi gelişir ki düşünce olarak liberal, ekonomik olarak kapitalist, siyasal model olarak demokrat, ahlaki model olarak hedonisttir. Bütün bunların sonunda gelen ise bireysel ve toplumsal çöküştür.

Modern dünyanın hakikati olmayıp tek gerçeği vardır ‘hayatı bu dünyadan ibaretmiş gibi yaşa ve kendine asla varlık sorusunu sordurma’ . Bizde aşağıdaki ayetleri hatırlayarak bugünkü yazımıza son verelim. Selam ve dua ile…

Bir toplum kendi nefislerinde olanı değiştirmedikçe, Allah onlarda olanı değiştirmez” (Ra’d-11)

Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmettiler. Böylece Rabbinin emri geldiği zaman, Allah'ı bırakıp da taptıkları ilahları, onlara hiç bir şey sağlayamadı, 'helak ve kayıplarını' arttırmaktan başka bir işe yaramadı.”(Hud-101)