Evet, Kemal Tahir mevcut kalıpların hiç birisine iltifat etmemiş bilerek isteyerek dışta kalmıştır. Resmi ideolojinin savunucusu olmadığı gibi, karşıtı görünen fikirlere de mesafe koymuş ve eleştirmiştir. Bu bağımsız tavrı asla, içi boş bir ‘orijinallik’ ortaya koyma çabasının mahsulü değildir. Aydın olmanın sorumluluğunun ona yüklemiş olduğu bir zorunluluktur.
            Aydın sıfatını taşıyanların, Batı’dan tercüme basmakalıp sözlerle ürünlerini sergiledikleri fikir pazarında, o yaşadığı topluma karşı sorumluluğuna müdrik bir fikir çilekeşidir... Çilekeşidir çünkü Anadolu insanının İmparatorluk kurmuş bir medeniyetin devamı olduğunu hiçbir vakit unutmamıştır.
            Tarihi bu perspektifle okumuş, bu bağlamda fikir namusunu hiçbir zaman ayaklar altına almamıştır.
            Suçlayanlar onu “Osmanlı Komünisti” diye adlandırmıştır.(Ertan Eğribel Kemal Tahir 100 yaşında sf:175)
            1959 yılında Pazar Postası bir açık oturum yayınlar. Dönemin romancıları Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Talip Apaydın, Orhan Kemal ve Kemal Tahir “beş romancı tartışıyor” başlığı ile bir araya getirilir. Konu roman sanatı ve romanın temel sorunlarıdır. Bu toplantıda Kemal Tahir farklılığını açıkça ortaya koyacaktır.
            Açıklamalarında, köy ve şehir romanı ayrımını yapay bulur. Romancının esas meselesinin, çeşitli olaylar içerisinde değişmeyen, topluma kimliğini veren “Anadolu Türk Toplumu ruhu”nu veya “Anadolu insanının dehasını” ortaya koymak olduğunu belirtir.(Ertan Eğribel. Aynı makale. Sf:173
            Koçmazoğlu’nun haklı bir tespitinde bildirdiği üzere, Kemal Tahir Osmanlı’yı değerlendirirken, Osmanlının ne olmadığını ortaya koyar. Osmanlı göçebe, köleci, feodal, merkantilist, burjuva ve proleter üretim ilişkilerinin hâkim olduğu bir toplum değildir. Sitenin vatandaşlığına, derebeyliğin soyluluğuna, burjuvanın mal sahipliği hırsına sahip olmamıştır. Böylece Kemal Tahir Osmanlı’nın Batı toplumlarında yaşanan evrim şeması ile izahının mümkün olmadığını ortaya koymaktadır. İlkel, köleci, feodal ve kapitalist yapılar Batı toplumlarına ait aşamalardır.(H. Bayram Kaçmazoğlu. Doğu-Batı çatışması. Sh:10)
            İşte Kemal Tahir bu nedenle kalıpların adamı değildir. O Osmanlı’yı anlamanın evvela zihinsel bir arınmanın ürünü olduğunu izah etmeye çalışır. Batı’dan tercüme sosyal disiplinlerle Osmanlı’nın hakikati kavranamaz. Bu bağlamda öncelik tarihimizi değerlendirecek temel dinamiği ortaya koyabilmektedir. Kemal Tahir’e göre üzerine istinat edilecek bu temel husus Doğu- Batı çatışmasıdır.
            Doğu-Batı çatışması üstadın tarihi anlarken başvurduğu temel bir kabuldür. Batılı toplumlar toplumsal gelişmelerini sınıf mücadelesi ile izah ederler. Doğu toplumları sınıflı toplum olmadığına göre Batı’nın yöntemini kullanmanın bir anlamı yoktur. Hatta üstad bu tür yaklaşımların bir çeşit Batılı- sömürgeci oyununa düşmek olduğu kanaatindedir.(Yüksel Yıldırım. Kemal Tahir 100 yaşında. Sh:260.
            O Osmanlıyı anlarken ve misyonunu kavrarken Doğu-Batı çatışmasının temel anahtar olduğunu söyler. Osmanlı’nın misyonu Doğu’luları, soyguncu Batı’ya karşı korumaktır. O Notlar/Osmanlılık-Bizans isimli eserinde şöyle söyleyecektir:
            “Doğu ile Batı arasındaki bu boğuşma, Batılı sömürünün Doğu’yu, fırsat buldukça utanmaz bir hırsla soyması boğuşmasıdır. Bu boğuşmada,sulh içinde bir arada  yaşama yasası katiyen söz konusu olamaz... Bu anlamda Osmanlılar için Batı’yla anlaşma kabul edilemezdi. Osmanlılar salt güçleri yettiği dönemlerde değil güçsüz düşmeye başladıkları dönemlerde bile bu ödevlerini bir an bile savsaklamamışlar, çoğu zaman artık yenik düşeceklerini bile bile yeni boğuşmalara atılmaktan çekinmemişlerdir” ( Aktaran Yüksel Yıldırım Sh 260)
            Bu yorum Osmanlının dünya tarihinde siyasi önemini ortaya koymaktadır. Tahir’e göre Doğu Batı arasındaki çatışma, geçmişi çok uzun zamana kadar inen tarihi bir çatımadır. Bu çatışmada Batı hep Doğunun zenginliklerini talan etmeyi amaçlamıştır.
            İşte Osmanlının devlet olarak siyaseten olmadığı bugünün dünyasında Doğu savunmasız kalmıştır. Batı bütün dünyayı kendisi için bir yayılma alanı olarak  görmektedir.
            Bu da Batı’yı çok daha fütursuz bir hale getirmiştir.