Ayşe Zarakol tarafından yazılan ve Koç Üniversitesi yayınları arasında çıkan bir çalışma üzerinden çıktığımız yola devam edelim.

        Hatırlanacağı üzere yazar “Doğu Batı ile Yaşamayı Nasıl Öğrendi”  isimli eserinde üç adet mağlup ülkeden bahsediyordu. Bunlar Doğu’lu ülkeler olup ilki Osmanlı Devleti idi.

        Zarakol kitabını iki anahtar kavram üzerine oturtmuştu. Bunlardan ilki “leke” kavramı, diğeri ise”yerleşikler- dışarıdakiler” dinamiği idi.

        Batı üretmiş olduğu disiplinler ( Sosyoloji, antropoloji vs ) vasıtasıyla kendi haricindeki ülkeleri lekeli olarak kabul ediyor, işin daha da trajik yanı ise bu ülkeler Batıda üretilen bilgileri havada kapıp içselleştiriyorlardı.

        Yerleşik- dışarıdakiler ikilisi Batı merkezli dünya düzeni ifade eden bir niteleme olarak belirlenmişti.Batı yerleşik olanları,  dışarıdakiler ise Batı’ya eklemlenen ülkeleri ifade ediyordu.

        Zarakol kitabının 169. sayfasında egemenliğini kazanan Ankara Hükümeti açısından Batı’nın duymuş olduğu bir endişeyi dile getirir:

        “Batılı güçlerin korktuğu ihtimallerden biri Halifeliğin gücünü kullanılarak Asyalı Müslümanları etkilemeye çalışmasıydı. Batı’ya göre tatsız bir diğer ihtimal ise İstiklal Savaşı boyunca ima ve vaat edildiği gibi komünizmin benimsenmesiydi. Bu korkuların ilki kısa süre sonra boş çıkt      

        David Fromkin imzalı Epsilon Yayınları arasında çıkan “Barışa Son Veren Barış. Modern Ortadoğu Nasıl Yaratıldı. 1914-1922” başlıklı   diğer bir kitapta zamanın İngiliz Savaş Bakanı Kitchener tarafından duyulan başka bir endişe dile getirilir :

        Kitchener aynı şekilde,  Alman denetimindeki  bir Halife’yi tehlikeli görüyordu; çünkü Hindistan da karışıklık  çıkarmaya çalışarak Avrupa savaşında İngiltere’ye  dengesini kaybettirebilirdi. Ancak Rus kontrolünde bir Halife Britanya İmparatorluğu için öldürücü bir tehlikeydi” ( Syf 85)

        Yeri gelmişken zikretmeden geçemeyeceğim: Bizler Lenin’e çok şey borçluyuz. Şayet Bolşevik devrimini yapmamış olsaydı kim bile halimiz nice olacaktı.

        Fromkin İngiliz Savaş Bakanının kuklası bazı Arap Kabile Reislerine Halifeliğin verilmesi için nasıl çalıştığından söz eder. Gariban Kitchener,  Hilafetin manevi gücünü yok etmeyi düşünecek muhayyileye sahip değilmiş demek.

        Hilafetin Almanların yahut Rusların kontrolüne geçmesi ihtimalini İngiltere tehlikeli bulmuştur. Bu gücün Türklerin elinde kalması zaten onları rahatsız etmektedir. Bunun için kukla satılık Arap şeyhleri aranır.

        Hilafetin kaldırılmasıyla iş onların tahmin edemeyeceği şekilde kökten halledilmiş olur.

        Görüleceği üzere Batı için Müslümanların birlik olması hali onların çıkarları için kabul edilemez bir durumdur.

        Günümüzde de durum farklı değildir.

        Türkiye, günümüz Batı ( ABD ve AB ) dünyasının gözüne nasıl gözükmektedir?

        Türkiye Batı’nın çıkarlarına ters sahillere yelken açmıştır. Lekeli olduğu yakıştırmasını artık kabullenir görünmediği gibi, “yerleşik- dışarıdaki” şeklindeki tasnife de pek itibar ettiği söylenememektedir.

        Mesela en yetkili ağzı vasıtasıyla dünya ya “Dünya Beşten Büyüktür!”  şeklinde çağrıda bulunmuştur. Bu, kurulu dünya düzenin müşahhas hale gelmiş vaziyeti olan Birleşmiş Milletlerin daimi üyelerinin statüsünün sorgulanması anlamına gelmektedir. Dünya Beşten Büyüktür ifadesi mantıklı bir önermeye işaret eder.  Beş daimi üyenin birisinin dahi keyfinin yerine getirilemediği takdirde alınan kararı veto edip hükümsüz hale getirmesi saçmalığına yapılan bir itirazdır.

        Son zamanlarda Amerikan basınında Mit Başkanı Hakan Fidan’a yönelik yıpratıcı yayınların sebeplerini buralarda aramak gerek.

        Zaten Wall Street Journal gazetesinde çıkan bir makalede Fidan’ın izlediği başına buyruk politikaların Batı çıkarlarını tehlikeye attığı açıkça ifade edilmiştir.

        İşin daha iğrenç ve küstah yönü ise bir İsrail gazetesinde Fidan’a yönelik tehdit olmuştur. Bir gün otomobilinde bir paket bulabileceği söylenmiştir. Bu ifade  “ bunu hak ediyor”  şeklinde ki bir beyan ile birlikte dile getirilmiştir.

        Tıpkı merhum Uğur Mumcu gibi sende katledilirsin demeye getirilmiştir.

        Burada hedef ne Fidan’dır nede Başbakan.

        Asıl hedef dünyada kurulu düzende kendisine biçilen rolü oynamak istemeyen Türkiye’dir.

        Geçmişte bir Başbakanın dediği gibi “ dünya ile oturan, dünya ile kalkan” bir Türkiye portresi artık görülmemektedir.

        Lekeli psikolojisi ile Batı’ya bakıp onun ağzından çıkanları nakarat halinde söyleyen Türkiye gitmiş, yerine kurulu Milletlerarası düzenin aksaklıklarını ve haksızlıklarını dile getiren bir Türkiye gelmiştir.

        Bu ise Batı dünyasının hiç haz etmeyeceği bir vaziyettir.

        İşte bütün hikâye budur, gerisi ise lafı güzaftır.

        Devam edeceğiz, inşallah.