Toprağı bol olsun, Aziz Nesin “Zübük” isimli romanında bir merasim olayını hicveder. Bir kasabada resmi tören düzenlenecektir. Eskilerden kalma bir döviz bulunur ve görülecek yere asılır. Gaye gelecek devlet erkânına caka satmaktır. Fakat olayda hesap edilmeyen komik bir hal yaşanır. Dövizde “Durmayalım Düşeriz” yazılıdır. Fakat fareler bazı yerlerini yedikleri için “düşeriz” yazısı “işeriz” haline dönüşmüştür. Böylece pankart “Durmayalım Düşeriz” yerine “Durmayalım İşeriz” mesajı ile asıldığı yerden devletlilerin gelmesini bekler.
            Amerikalı düşünür Immanuel Wallerstein, çeşitli eserlerinde dünyamızda yeni bir tarihsel sisteme geçildiğini özellikle belirtir ve bunu da üç nedene bağlar:
            1) Dünyada kapitalistlerin fabrikalarını taşıyabilecekleri kırsal alanın azalması. Böylece güçsüz ve ucuz işçi çalıştırma imkânlarının gittikçe zorlaşması.
            2) Toplumların devletten daha fazla hizmet ister duruma gelmesi. Bu, devletin daha fazla vergi toplaması demektir; vergi mükellefleri ise bu durumdan hoşnut olmayacaktır. Oluşan açmaz devletlerde mali krize sebebiyet verecektir.
            3) Bozulan çevre dengesi. Artık kapitalistler eskisi gibi fabrika atıklarını doğaya bırakamayacaklardır. Atık maddeler için gerekli önlemlerin alınması zorunlu olacaktır ki, buda kapitaliste fazladan bir masraf demektir.
            Düşünür yaşanan küresel krizin dünya kapitalist sistemin krizi olduğunu ve dünyanın yeni bir sisteme doğru geçtiğini ifade eder. Yani yaşanan değişimdir. Peki, bu değişim daha iyi bir dünyanın haberini mi vermektedir? Düşünür burada mütereddittir. “Buna biz karar vereceğiz” der. “Biz çabalarımızla ya daha bir iyi dünyaya geçeceğiz ya da daha kötüsüne diyerek” ekler: “Geleceğin dünyasında hepimizin bir sorumluluğu olacak”.
            Düşünürün bu meyanda söylediklerinin can alıcı noktası işte tam da burası: Değişim zaten oluyor, hareket başladı, iyimi olacak kötümü, bu bize bağlı. Biz gayretlerimizle, ya daha iyiye ulaşacağız, ya da daha kötüye.
            Aptal gibi gözlerimizi yummanın bir anlamı yok.
            Dünyamız, bütün İslam coğrafyası ve tabii ki ülkemiz değişiyor.
            Ve bizlere çok iş düşüyor. Geleceğin dünyasının daha iyi olabilmesi için.
            Yoksa olay o pankarttaki gibi olur. Eski kafa ile iktifa eder, 1. Dünya savaşının artığı sistem ile yetinirsek astığımız pankartın “Durmayalım İşeriz” olduğunu anlamaktan aciz olanlar gibi davranmış oluruz.
            Lakin ortalığı çok pis kokular kaplamış olur ki buda işin işten geçtiğini gösterir.
            Tarihçi akademisyen Ali Satan bir gazeteye vermiş olduğu mülakatta Birinci Dünya Savaşı sonrası kaybettiğimizin sadece Osmanlı Devleti olmadığını ve kaybedilenin bir dünya düzeni olduğunu belirttikten sonra şu çarpıcı cümleyi ekler: “ Dünyanın siyasi dengesinde Müslümanlar belirleyici, etkileyici bir unsur olmaktan çıktılar”
            Haksız mı? Cihan harbinden sonra İngiltere ne istediyse ona kavuşmadı mı? Her petrol kuyusunun başına uyduruktan bir devlet kurulmadı mı?
            Bugün artık sır değil, en büyük hesapları Hilafet idi, onun halline muvaffak oldular.
            Başsız kalan İslam Dünyasında emperyalizm dilediği gibi ekonomik kaynaklarımızı sömürdü.
            Fakat daha önemlisi ruhumuzu ve zihnimizi sömürdü. Bizi bize başkalaştırdı.
            Bize İstanbul’un önemini unutturdu. Bunu fırsat bilen çapulcuları meydana çıkartıp IŞİD ve benzeri adlarla sözüm ona halifelikler kurmaya başladı: Üstelik medeniyetsiz, medeniyetsiz...
            Ne dersiniz dostlar? Önümüzde Cumhurbaşkanlığı seçimi var! Değişen dünyada bizler, tutuculardan yana mı olacağız, yoksa değişime müdahil olarak daha iyi bir dünya kurmak isteyenlerden yana mı?
            Vereceğimiz oylarla kimi güçlendireceğiz?
            Duracak olursak, İslam Dünyası yeniden pis kokulara gark olacak. Elin İngiliz’i kadar gayret göstermeyelim de bu sefer de duralım mı yani?
            Balolarla eğlencelerle vakit mi geçirelim?
            Yoksa düşünelim ve eyleme mi katılalım?
            Ne dersiniz?