Eğri oturalım doğru konuşalım, çok değil on yıl kadar öncesinin Türkiye şartlarında Ekmeleddin Bey aday olmuş olsaydı, ne olurdu?
            Yer yerinden oynardı!
            Başta CHP olmak üzere bütün Kemalist kesimler ayaklanır, Sayın İhsanoğlu’na ve onu destekleme tedbirsizliğini gösterenlere hayatı, elbirliği ile zehrederlerdi.
            Neden mi? Çok basit! Ekmeleddin Bey’in konumundan dolayı.
            İslam İşbirliği Teşkilatının Genel Sekreterliği görevini yürüten, Kahire de doğan Mısır’da okumuş olan, El-Ezher’de akademik hayatı olan, İslam tarih sanat ve Kültür araştırma merkezinde Başkanlık görevini yapan, ‘ İslam’ ve ‘İslam Kültürü’ merkezli eserler kaleme alan, Osmanlı hakkında incelemeleri olan bu şahıs hakkında korkunç bir yıpratma kampanyası başlatılırdı.
            Gericiliğinden, Şeriatçılığından, Cumhuriyet düşmanlığının hortladığından, Atatürk devrimlerinin saldırı altında olduğundan, laikliğin elden gittiğinden, modern batı dünyasından koparılıp Türkiye’yi Araplarla birleştirmeye çalışıldığından söz edilir, soluğu alan Kemalist kendisini Anıt Kabirde bulurdu.
            Askeri ve sivil bürokrasi tehditler savurur Cumhurbaşkanlığı Makamının Mustafa Kemal’in koltuğu olduğu ve oraya sözde değil ancak özde Kemalist bir kimsenin oturabileceğinden dem vurularak, aba altından sopa gösterilirdi.
            Parlamento, halkın temsil edildiği yer olduğuna aldırış edilmeden fütursuzca tahkir edilir, siyasiler acımasız bir alay konusu haline getirilirdi.
            Düzenin devamından nemalanan basın  “eller kaosa kalkıyor” diyerek yeniden kışkırtıcı manşetler atar, profesörlerden oluşan bir topluluğun “ordu göreve” pankartları ile yürüdüklerinden, günlerce, haber kılığı altında söz ederdi.
            Televizyon kanalları, el çırparak çocuklar gibi hep bir ağızdan “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye bağrışan bu profesörlerin Ata’nın huzurundaki görüntülerini döne döne gösterirlerdi.
            Anlayacağınız ortalığı bir fırtınadır kaplar giderdi.
            Gelin görün ki Sayın İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanlığına bugün bu kesimler çoktan razı olmuşlar da onun için canhıraş bir vaziyette çalışıyorlar bile.
            Razı olmak da ne kelime, adeta paçalarına tutunmuşlar şahsından istimdat bekler konuma düşmüşler.
            Sağcısından sosyalistine kadar bütün tutucu siyasi örgütler, onun adaylığı üzerinde birleşmişler. Üstelik bırakalım gericiliğinden söz etmeyi ne denli parlak bir geçmişinin olduğundan, koro halinde söz etmekle meşguller.
            Bu anlatılanlar asla zihinsel kurgu olmayıp yaşadığımız, içerisinde nefes alarak iliklerimize kadar hissettiğimiz Türkiye’nin gerçekleri.
            Soyut belirlemeler değil, ülkemizin somut gerçekleri.
            Gerek değişimden önceki Türkiye şartları ve gerekse İhsanoğlu etrafında hizaya dizilenler babında yaşanan zorunlu nişan evresi, hepimizin müşahede ettiği yaşadığımız vakıalar.
            Jakoben Kemalist kesimler şayet günümüzde Ekmeleddin Bey’e rıza gösteriyorlarsa, bu Türkiye’nin değiştiğinin en büyük göstergesidir.
            Aksi halde adı ‘İslam’ ile birlikte anılan bir adayı bırakalım desteklemeyi, ismi telaffuz edilmesiyle birlikte en şedit bir şekilde saldırırlardı.
            Onları Ekmeleddin Bey’e razı kılan, Sayın İhsanoğlu’nun konumu. Yani dün karşı olduklarına bugün denizde sarılıyorlar.
            Şimdi sorun şurada?
            Türkiye’nin değiştiği kesin olmasına kesinde, bizler buna ne diyeceğiz?
            Tamam mı, devam mı?
            Daha açık bir ifadeyle bizler millet olarak Sayın İhsanoğlu’nun düzeyine razı olacak mıyız?
            Ülkemiz bu değişim köprüsünden geçip salimen karşı kıyıya varsın mı diyeceğiz, yoksa eski ve yeni Türkiye arasında bir yerlerde kalsın mı diyeceğiz?
            Yani a’rafta!
            A’rafta beklemenin en kötü bir vaziyet olduğunu hatırlatmama gerek dahi yoktur, sanırım.