Faşizmin soğuk yüzüyle 5-6 yaşlarında tanıştım. Gurbetçi Türklerden nefret eden Nazist Almanlar bizi sevmedikleri gibi gördükleri yerde hakaret ediyor,Türklerin sürekli çocuk yaparak ülkelerini işgal ettiğini, defolup gitmelerini istiyorlardı.

Annem "Onların beslediği köpekleri var, çocukları yok, bizlerse çocuk parası da alıyoruz, bu sebeplerle bizi istemiyorlar" diye anlatmıştı. Annemin gözyaşları içinde Hitler filmlerini izlediğini bilirim. Bununla birlikte ırkçılık yapmayan, din ayrımını dahi gözetmeden Türklerle dostluk eden insani yönü güçlü Almanlar da mevcuttu. 

Annem korkularını yenemedi. "Türk çocuklarını öldürüyorlar bu gurbette, gidelim memleketimize" diye tutturdu, döndük. Türk-Kürt ayrımını fark ettim bu defa . Kürtlerden korkan yahut dışlayan Türklerin önyargıları. O dönemde okul kapılarında her gün çığlık çığlığa andımızda "Varlığım Türk varlığına armağan olsun" diye bağırırken diğer etnik kökenli çocuklarla birlikte Kürt çocukları da talihli doğmayanlar olarak otomatikman ötekileşmiş oluyordu. Bugün çocuğu dağa kaçırılan Kürt annelerin acılarına gözlerini kapatanlar da yine bu faşizmden nasibini alanlardır. 

Esed'in zulmünden kaçan Suriyeliler de kavmiyetçilik illetine yakalananlar için istenmeyenler listesindeydi. Yetim hakkından, ensar ve muhacir kardeşliğinden hazzetmeyenler İngiliz, Fransız, Alman turistleri taklalar atarak bağrına basabiliyordu. Plajlar onlarla güzel ve zengindi... 

Bir mülteciyi ziyaretimizde, üst kat komşusunun bahçe girişini tel duvarla ayırdığına hayretle şahit olduk. Sanki insan değil de oradan başka bir canlı geçecekmiş gibi yıkılıp gitmiş Berlin Duvarı'ndan bile berbat utanç duvarını can havliyle yeniden örmek. Aynı yerden geçmek, karşılaşmak dahi bu kibirli varlığa zuldü. 

Yeni taşınmış bir Afganlı'nın minik çocuğunu "Hadi git evinde oyna" diye kendi çocuğundan itekleyerek uzaklaştıranları gördüm. En sevdiğim ve renkli manzaraydı halbuki: Siyah, beyaz, fakir, zengin ayrımını bilmeyen masum çocukların bir anda kaynaşıp el ele oyunlar oynaması. Aynı dili konuşmasalar da gönül diliyle bir olmaları... 

Irkçılık yeryüzünde bozgunculuğun en büyük sebeplerinden biri. Savaşların, zulmün, şeytanın kibrinin ve cenneti kaybetmesinin nedeni...  Nefret ve hırsı gözünü bürümüş, hamile Suriyeli kadına tecavüz edip bebeğiyle birlikte öldüren bir Türk'ün etnik kimliği ona üstünlük sağlayamayacağı gibi hayvandan aşağı bir noktaya inmesini de engelleyemez. 

9 yaşında masum bir çocuğun sevgi ve şefkate en muhtaç olduğu dönemde özyurdundan ayrı olması bir yana arkadaşları ve öğretmeni tarafından dışlanması, istenmemesi, itilip kakılması, yaşama isteğini tamamen yitirmesi, hepimizin yüreğini kanatmaya devam ediyor. Ne mesuliyetten kaçabiliriz ne de öz eleştiriden...

Temennim odur ki içimizden kalbi katılaşmamış, merhameti buhar olup uçup gitmemiş birileri olsun. Olsun ki tutuverelim ellerinden. Hüzünlü bakan çocuk yüzü kalmasın. Nasılsa toprak olunca da karışmayacak mı toprağımız, zenciye, beyaza. Okşamadan mazlum ve yetim başı tükendiyse ömrümüz, kalkmasa secdeden başımız, kırk defa yüz sürdüysek de Kabe'ye, vay halimize...