Sosyal mesafeden röportajlarımda bugünkü konuğum sevgili Tolga Gümüşay. Bu ikinci röportajımız olduğundan başlangıcımız daha barışçıl. Pandemi süreci kendisine ve bu dönem başlarken çıkan romanına nasıl yansıdı? Bu hikâye nasıl doğdu? İstanbul’un mavi olduğu zamanların hissiyatı ve hikâyeleri nasıl şekillendi? Her şeyden bahsettik. Sordum, Tolga Bey tüm samimiyetiyle yanıtladı. Keyifli okumalar… Tolga Gümüşay, yeni romanı İstanbul Maviyken’i anlatıyor #1 - Tolga Bey merhaba. Bu sizinle ikinci röportajımız. Nasılsınız, neler yapıyorsunuz diyerek başlayayım… teşekkürler, gayet iyiyim. Yeni romanım pandemi sebebiyle tüm kitapçıların kapandığı hafta piyasaya çıktı. Daha açıkçası sadece sanal alışveriş sitelerinde satışa çıkabildi. Ilk Olarak aksilik gibi gözüken bu durum, sanırım İstanbul Maviyken’in daha özenli ve özlemle okumasına yol açtı. Ben de lüzum okurlarımın doğru paylaşımlarıyla; gerekse oldukça çok söyleşi ve röportajla bu süreci doymuş batmış geçirme şansına eriştim. - Geçen sefer konuşmamışız: Yazmaya ne zaman ve nasıl başladınız? Yazmanın büyüsüyle 12 yaşında tanıştım. İlk kompozisyon sınavım sırasında; sandığımdan daha fazla bilgi ve fikre sahip olduğumu, en kompleks duygularımın deha dile gelebildiğini, elime kalemi alınca acayip ilişkiler kurabildiğimi ve bütün bunların sonunda beni de şaşırtıcı şiirsel bir ahenkle kağıda yansıyabildiğini ayrım ettim. O günden bu yanlamasına kâğıda dökmek benim için bir anlayış, bir araya getirme ve hayatın büyüleyici olasılıkları karşısında hayrete düşme süreci. - Yazma rutininiz nedir? Son 13 yıldır sadece kâğıda dökmek için kapandığım mekanlarım oldu. İstanbul Maviyken’i Galata’da 140 takvim bir binada; sırtımı Kule’ye yaslayıp, arada Topkapı Sarayı ve Ayasofya ile bakışarak yazdım. Haftada 15-20 saat yazıyorum. Ortalama bir o kadarlık süreyi de araştırmaya ayırıyorum. - Pandemi süreci sizin için nasıldı? Yazarlığınızı besledi mi, yoksa şöyle bir durmak isteyenlerden misiniz? Yaşam biçimlerimizin değiştiği, arzu, kaygı ve üzüntülerle dolu acayip bir dönemden geçtik. Hala da geçmeye devam ediyoruz. Bu süreç şüphesiz iç dünyamıza yeni renkler, gölgeler, çatlaklar eklemiştir. Etkileri bir noktada açığa çıkar. Ben kriz dönemlerinde üretken olmayı düşünen biri değilim. Böyle zamanlarda yaşamak, yazmaktan kayda değer hale kazanç. Tolga Gümüşay, yeni romanı İstanbul Maviyken’i anlatıyor #2   - Yeni kitabınız ‘İstanbul Maviyken’ raflarda. Nedir bu kitabın yazım sürecinin hikâyesi? 2002 yılında başlayan bir hikâye bu. Bir Beyoğlu kitapçısında tesadüfen İstanbul Radyosu’nun ilk kadın piyanisti Barones’in hatıraları ile karşılaştım. Sonradan onun 70 küsur yıllık İstanbul serüveninin son yıllarını Tarlabaşı’ndaki asırlık bir apartmanda, Todori adlı Rum bir müzisyenle geçirdiğini öğrendim.  Bu iki karakter beni Beyoğlu ara sokaklarına çeken esrarengiz  çağrının cisim bulmuş halleri gibiydiler. Onları yıllardan beri zihnimin bir köşesinde taşıdım. Lakin yazmak istediğim İstanbul romanında yalnızca Beyoğlu’nun eğlenceye, sanata, maddiyata düşkün Batılı değerleri değil; alçakgönüllü mahallelerin kendi halinde, vefa ve tevekkül içinde yaşayan insanlarının Şarklı değerleri de bulunsun istiyordum. Tesadüfen uğradığım bir Kadırga kahvehanesinde onlar da birer birer karşıma çıkınca, artık hayalini kurduğum romana başlayabileceğimi anladım. 2 takvim bir imlâ sürecinin ardından kitabı tamamladım. - Peki adının hikâyesi var mı? İstanbul’un Mavi olduğu zamanların hikâyesi mi bu? Havanın açık olduğu bir takım günlerde, gün batımından derhal sonra ya da gün doğumundan demin, yeryüzünün, gökyüzünün ve denizin tek bir mavinin tonunda buluştuğuna tanık olursunuz. Güya gök mavisi ipekten bir atlas; kentin mazisini, bugününü hatta geleceğini usulca örtmüş; ölüleri, canlıları, kimlikleri, sınıfları, nesneleri tek gövde haline getirmiştir. İşte o mavi örtü sizi de hafifçe sarar. Kısacık bir an için de olsa kendinizi her şeyle, herkesle armoni halinde hissedersiniz. Bu sadece kentin ruhuyla bir olmak değildir, bununla beraber sonsuzluğa zarif bir dokunuştur. İşte o sihirsel anların arkasından bu roman. - Roman, tekrar bir İstanbul başyapıtı olarak geçiyor arkadaki kapakta. Başrol daima İstanbul’un mu? Evet, bu 20. asır İstanbul’unun romanı. Kitaptaki karakterler, İstanbul’un öbür yönlerini, katmanlarını anlamamıza vesile oluyor. İnsanlar şehirlerini, şehir halkı de insanlarını yaratır. İstanbul da insanları kadar asilleşiyor, güzelleşiyor, hüzünleniyor, çılgınlaşıyor, zalimleşiyor. Haliyle sonrasında İstanbul da insanlarına benzer halleri yaşatıyor. Tolga Gümüşay, yeni romanı İstanbul Maviyken’i anlatıyor #3 (KAÇUV koşusunda)   - Geçmişin izlerini taşıyan roman kahramanlarınız ne dek reel, ne değin kurgular? Sizin için niçin özeller? Niçin her zaman bu ahali var kaleminizde? Hikaye geçmişten izler olunca daha mı derinleşiyor? İnsanlar okuduklarının gerçek olduğuna itimat etmek ister. Ya Da öyleymiş gibi okumayı sever. Roman ise bildiğiniz üzere kurmaca bir edebi türdür. Ben romanlarımda reel karakterlerden yola çıkıp, onların kurguladığım olasılıklar içindeki hallerini düşlemeyi seviyorum. İstanbul gibi zıtlıkları şefkatle kucaklayabilen bir şehrin ruhunu, onun sizi neden büyülediğini; tek bir karakter, tek bir süre, tek bir tabaka ile anlatabilmek olanaksız bana göre. O yüzden reel ve kurguyu, geçmişle bugünü, ayrı kimlik ve yaşamları iç içe geçirip, kimi yerde ayağı yere sağlam basan, kimi vakit sisler ardında gezinen; fakat samimiyetini hiç yitirmeyen bir roman dünyası oluşturmayı seviyorum. - Kitabınızdan şöyle bir seçme parça yapmıştım: ‘Sonra onlar geldikleri gibi aniden yok oluverdiklerinde, hiçbir şeyin yoluna girmeyeceğini, yaşamayı bilmediğimi ve katiyen öğrenemeyeceğimi seziyorum.’ Nedense bu tümce beni fazla çekti. Siz bir seçme parça yapsanız, o tümce ne olurdu? “Ve kendimizi her şeyden çok, bize öteki bütün renkleri de sevgiyle kucaklamayı öğreten o benzersiz maviliğe ait hissediyoruz.” Tolga Gümüşay, yeni romanı İstanbul Maviyken’i anlatıyor #4   - Resim çekmeye de devam ediyorsunuz. Onlardan yeni bir hikaye kitabı da çıkar mı? İstanbul’da çektiğiniz o fotoğraflar üstüne öyküler böylece tatlıydı… Benim için yürümek, rutinimin dışına çıkmak, yeni insanlarla, binalarla, mahallelerle, manzaralarla karşılaşmak paha biçilmez. Bunu ne kadar sık gerçekleştirebilirsem kendimi böylece bağımsızlık ve zenginleşmiş hissediyorum. Resim da bu sokak gezilerimin bir parçası; manâlı keşiflerimin birer anısı, belgesi benim için... Yani yürümeye, keşfetmeye devam ettiğim sürece resim çekmeyi de sürdüreceğim sanırım. Yoğun duygular hissettiren bazı fotoğraflarım için öyküler yazma fikri “Kareli Öyküler” projesini doğurdu. Yıllar süren bu fotoğraf-hikaye etkileşimi Kareli Öyküler, Genç Kareli Öyküler ve İstanbul Kareli Öyküler adlı üç mahsul verdi. Bir süredir romanlarımla yatıp kalkıyorum. Fakat kareli öyküler defterim de daima açık. - Yeni bir çalışmanız var mı? Şimdilerde neler yapıyorsunuz? Osmanlı zamanı İstanbul’da geçen, bu defa çocuk karakterlerin manzara açısından yazılacak bir roman projesi için bol miktarda okuyor, düşünüyor, notlar alıyorum şu günlerde. Damla Karakuş: teşekkürler. Tolga Gümüşay: teşekkür ederim. Tolga Gümüşay, yeni romanı İstanbul Maviyken’i anlatıyor #5 İstanbul Maviyken Tolga Gümüşay Altın Kitaplar S.: 248 Kitabı edinmek için tıklayınız: kitapyurdu * Damla Karakuş email protected Instagram: biyografivekitap Bu haber sizlere www.haber32.com.tr farkıyla sunulmuştur