Ümit var mıyım? Elbette! Çünkü biz Türkler ve Kürtler bu topraklarda yeni birbirimizi bulmadık. Asırlardan beri bir arada yaşıyoruz. Ve Anadolu’daki bu halklar tıpkı bir çekirdek mesabesindedirler... Son bir asırdır aramızda ideolojilerin tahrifatı vaki olsa bile bence bu böyledir.

            Kürt düşünür Müfit Yüksel bir televizyon programında aynen şöyle söylemişti: “Anadolu’da yaşayan bizler artık bölünemeyecek çekirdeğiz. Şayet bölünürsek tarih sahnesinden siliniriz.”

            Müfit Yüksel bu tespitinde haklıydı. Bizler ümmetin asla bölünmemesi gereken çekirdeğiydik. Şayet bölünürsek, bölünme yolunda bilerek veya bilmeyerek katkıda bulunursak, Allah’a vereceğimiz hesap elbette ki çok çetin olmalıydı.

            Zira o zaman içimizdeki cahili duyguların dış dünyadaki yansımasını yaşıyor olacaktık. Çünkü bölünmenin bunun dışında bir anlamı yoktu. Ayrıca yapılan yanlışlar ne kadar büyük olursa olsun, yanlışın telafisi asla bir başka yanlışın icraya konulması şeklinde olamazdı.

            Doğu-Batı Kardeşlik Platformunun İstanbul buluşmasında bazı Kürt kardeşlerim bir hususa özellikle dikkat çektiler. Doğudaki İslami hassasiyeti olan bazı kardeşlerimiz artık Türkiyelilik üzerinden değil Kürdistan üzerinden çalışmalar yapılmasını önerir olmuşlar.

            Başta hemen belirtelim: Kürdistan veya Türkistan gibi kavramlar siyasi değil coğrafi kavramlardır. Ayrıca etnik bir isime dayalı “devlet” adı bizlere Batı’dan gelen bir yeniliktir. Eskiden devletlerin adları etnik kimliği çağrıştırmazdı. Osmanlı, Selçuklu, Karamanlı gibi...

            Fakat bu gelişme yinede hoş değildi. Bu secde edenlerin bile birbirinden kopmaya başladığının bir göstergesiydi.

            Tam o sıralarda doğuda da “Âlimler Topluluğu” görüntüsü altında bu meyanda bir çalışmanın yapılmakta olduğunu öğrenecektim... İstanbul da bir Kürt Kardeşimin dediği gibi PKK toplumsallaşmak için elinden geleni yapıyordu. Nasıl sendikaları ele geçirip genel merkezlerinin aksine bir tutum ve söylem içerisine sokmuşsa Müslümanlar içinde aynısı yapılmaya çalışılıyordu.

            Yani “Allah’tan Başka İlah Yoktur düsturunu hayata hâkim kılmak isteyenlerin bile arasına sızmaya çalışıyordu. Yörenin sevilen ve sayılan Âlimlerini kendi süfli emelleri için kullanıyordu...

            Pes doğrusu! Birileri bu yaptığının laikliğe aykırı olduğunu PKK’ya anlatsa bari!

            Şimdi ehli vicdana soruyorum: işlerin bu raddeye gelmesinde bizlerin hiç mi vebali yok? Bizler sütten çıkmış ak kaşıklar gibi tertemiz ve kusursuz muyuz? İslami hassasiyeti olan kimseler bu güne kadar Kürtlerin sorunlarını gereğince dile getirebildiler mi? Hani bizim kutsal kitabımız kullanılan diller için” Allah’ın ayetleri”/işaretleri demiyor muydu? O halde neden bir halkın lisanı yasaklanırken ses getirilmedi. Yapılan bu zulüm en azından başörtüsü kadar zalimce değil miydi? “Kürtçe” de “başörtüsü” gibi Allah’ın bir ayeti değil miydi ki bu ülkenin Müslümanları birini bayraklaştırıp diğerini unuttular.

            Belki de başörtüsü yasağı ile istenen tam da buydu. Mücadeleyi sadece kadın bedeni üzerinden sürdürüp tek bir alana hapsetmek...

            Orada bire bir konuşmalarımızda oldu. Aslında Hükümetin açılım politikaları ile birlikte artık PKK varlık sebebini yitirmeye başlamış. Sempatizanları bile “biraz rahat dur!” deme ihtiyacı duymuşlar.Ama ne zamanki Hükümet bu politikalardan vazgeçip milliyetçi söylemi takınınca bu süreç geriye doğru işler hale gelmiş. Son olarak da Roboski(Uludere) katliamı ile birlikte PKK tekrar tavan yapmaya başlamış.

            Bir Kürt Kardeşim İstanbul’da kürsüden aynen şöyle söyledi: PKK’nın ağaları neden barış istesin ki? Barış gelirse bugünkü konumlarını sürdürebilecekler mi? Ellerinde ölüme sürdükleri binlerce genç ve hükmettikleri milyonlarca dolar var. Sahip oldukları bu gücü elbette ellerinden çıkarmayı istemezler”

            Bu Kürt Kardeşimi dinlerken içimden “Vay hain Ergenekoncu PKK!” diye geçirmedim değil.

            Başa dönüyorum. Karamsar mıyım? Kesinlikle değil. Ama bu gerçekleri görmemize bir engel değil. Bu çekirdeği yarmamak bizlerin en baş görevi... Yoksa yarın Efendimiz Hazretlerinin yüzüne nasıl bakarız.

            Ayrıca, şu vicdansız dünyaya Müslümanların söyleyecek sözleri henüz daha bitmiş de değil.