Günlük hayatımızda nede çok kullanırız bu kelimeyi değil mi? “Gönlünü kaptırmış” deriz; “gönlümü kırdı” deriz; hatta” yarım elma gönül alma” diye, bir özlü söz bile söyleriz.

            Daha doğrusu öyle söyler geçeriz. Oysa ne denli bir deryadan bahsettiğimizin farkında bile değilizdir, o sözü ağzımızdan çıkarırken.

            Önce kelimenin etimolojik derinliklerine ulaşmak için lügate müracaat edelim. Gönül: gön/kön kökünden könğnül-göngül/ gönül şeklinde türemiş.

            Peki ya kök kelime? Gön/ kön iki anlama sahip ilki deri anlamına geliyor. Mesela gönek/gönçek: gömlek; göncük: iç cep, koynun içindeki cep; könçek; don gibi.

            Deri anlamına gelen bu kelime zamanla anlam genişlemesi ve kayması yaşayarak ikinci bir anlam kazanıyor. Kişinin içi, yüreği özü anlamı yanında ayrıca iyilik, doğruluk, mutluluk, sevinç, kıvanç, güvenlilik anlamlarını da içeriyor.

            Sözlükte böyle... Peki ya kültürümüzde?

            Önce Niyâzî-i Mısrî’den bir beyit:

                        Ey gönül gel gayriden geç aşka eyle iktidâ

                         Zümre-i ehl-i hakîkat ânı kılmış mukteda.

            Üstad burada “gönül” e sesleniyor. Diyor ki: Ey Gönül! Gayriden vazgeç sadece aşk ile iktifa et, yalnızca aşka uy, aşka tabi ol, âşık ol./ Zira hakikat zümresi bunu iktida olunması-tabi olunması, uyulması- gereken olarak örnek tutmuş.

            Karşımıza iki kelime daha çıktı; manaya ulaşmak için aşılması gereken iki engel, beyitte derin manaları sinesinde taşıyan iki kavram: “ Aşk” ve “gayri

            Değil mi? “Aşk”ı bilmezsek, birde bunun yanında “gayri”yi bilmezsek nasıl ulaşabiliriz beyitin taşıdığı o derin anlam hazinesine?

            Aşk nedir? Gönüle düşen ateş. Ateş ne yapar? Yakar! Böylece ne olur? Temizlenir. Temizlenen nedir? Gayrisi, gönülü işgal eden ne varsa o.

            Peki, yakmaya hakkı var mı? Elbette var. Çünkü gönül aşkın vatanı! Aşk yakarak diğerlerini kovar. Çünkü onlar gönül mülkünde iğreti duran yaban otlarıdır. Onlar gönlü işgal ederlerde aşka yer bırakmazlar. Biçare aşk gönül mülküne düşer düşmez hararetini vererek yabancıları kovalar ve mülküne yerleşir.

            Şimdi birde gönül nedir sorusunu Yunus Emre’ye soralım: “Gönül Çalab’ın tahtı”... Çalab: Tanrı, O yani âlemlerin Rabbi olan Allah.

                        Gönül Çalab’ın tahtı.

                        Çalab Gönüle baktı.

                        İki cihân bedbahtı

                        Kim gönül yıkar ise.

            İşte bu kardeşim! Gönül öyle geniş, öyle geniş ki o Allah’ın tahtı. Allah oradadır, O ancak oraya sığar. Allah insanda Gönüle bakar. Eğer sen gönül yıkıyorsan dön de bir ne yaptığına bak! Kimlerin alanına müdahale etme cesareti ve cür’eti gösterdiğine bir bak. Bak da iki cihanını birden bedbaht etme.

            Artık “gayrı” yı anlatmaya gerek kaldı mı bilmiyorum. Gayrı gönüller tercümanı Yunus ile birlikte faş oldu bile.

            Niyâzî-i Mısrî Hazretleri” Ey gönül gayriden geç” derken, Allah’tan gayrisine işaret ediyor. Peki, mevcudat sanki gayri olmaya istidatlı mı? Her şey ama her şey aslında O’nun isim ve sıfatlarının zuhuru değil mi?

            Konu döndü dolaştı tasavvuftaki bir terime “masiva” sözcüğüne geldi. Masiva: O’ndan gayrısı, Allah’tan başka her şey. Peki, Allah’tan gayrısı var mıdır ki? Ne Allah’ı hatırlatmaz ki, yüzümüzü neye ve nereye döndürsek orada Allah’ın varlığını, kudretini ve sanatını görmeyiz ki?

            O zaman Gayrı ne? Masiva ne?

            Gaflet... Senin O’nu müşahede edemediğin her şey!  Demek ki dış dünyada masiva yok, gayrı yok. Bunlar senin içinde. Allah’ı müşahede edemediğin her yer senin masivandır. Sana O’nu ne unutturuyorsa senin masivan/gayrın odur.

            İşte aşk bundan yakıcı olsa gerektir. Gönle bir düşmeye görsün, masiva adına ne varsa yakar.

            Dilerim ki Allah o ateşten bizlere de-taşıyabileceğimiz kadarını- nasip etsin.