Halk ilk defa Cumhurbaşkanını seçti. Beyaz Türklerce kutsal atfedilen, uğruna her seferinde vukuatlar çıkarılan o koltuğa, bu sefer sahibi, olaysız bir şekilde oturmayı hak kazandı.
            Önceki Cumhurbaşkanlarını birileri, hep “ulus” adına seçti. Azınlıktılar ama  “ulus”u temsilen hareket ediyorlardı. Bu uğurda her türlü hile hatta tehdit bile mubahtı. Kolay değil “sözde” değil “özde” Cumhuriyeti temsil edebilecek birisi o makama yerleşmeliydi. Şayet bütün tedbirler kifayetsiz kalacak olursa geriye tek seçenek kalıyordu: Darbe neticesi Cumhurbaşkanını belirlemek.
            CHP’de beklenen oldu parti içi muhalefet baş kaldırdı. Anlaşılan yakın bir zamanda kongreye gidilecek. MHP’de de kıpırdanmalar yok değil. Daha disiplinli bir parti olduğu için muhaliflerin sesleri pek duyulmuyor, ama arayışların olduğu belli.
            Onlar zannediyorlar ki bütün sorun Genel Başkanların kabiliyetlerinde.  Tıpkı Ak Parti’nin bütün başarısını Genel Başkanlarına bağlamaları gibi. Bu yanlış kanı o denli yerleşti ki Recep Tayyip Erdoğan düşmanlığı bazı kesimlerde tedavi kabul etmez bir saplantı halini aldı.
            Evet, Ak Partinin lideri güçlü bir lider, ama bütün başarıları bununla izah etmek son derece yanlış; aynı şekilde muhalefetin başarısızlıklarını da liderlerinin boynuna dolamak gibi.
            Muhalefet Partilerinin sorunu “lider” sorunu değil. Yapısal problemleri var. Onlar soğuk savaş döneminin dünyasından henüz çıkamadılar. Bu aynı zamanda zihinsel yapılarının, harbi umumiden beri tedavüldeki ideolojilerin tasallutundan kurtulamadığının göstergesi!
İşte bu nedenledir ki bulmuş oldukları Çatı adayın kazanma ihtimali zaten hiç yoktu. Zira gösterilen aday, gösterenlerin zaafı ile maluldü. Soğuk savaş döneminin kafasını taşıyan, halkın beklentilerine cevap vermesi mümkün olmayan bir şahsiyetti.
            Onlar ne değişen dünyanın farkındalar nede toplumumuzda yaşanan değişikliklerin. Şapkalarını önlerine koyup yaşananları anlamaya çalışacaklarına, yani düşüneceklerine, yani zor olanı seçeceklerine önlerine çıkan krizleri kongrelerle aşmaya çalışıyorlar. Lakin nafile!
            Cumhuriyet “ulus” ideolojisi üzerine kuruldu. Bunun için evvela bir ulus ihdas edildi. Ulus adına birçok ilke zorla da olsa topluma kabul ettirilmeye azmedildi. Bu amaçla halk adam edilmeye çalışıldı. Gerekirse dayak atıldı.  Hakir görüldü. Bidon kafalı, göbeğini kaşıyan adam diye aşağılandı. Başarılı olunamadığı oranda halk kamusal alanda gizlenmeye çalışıldı      .Madem dönüşmüyordu o zaman ortalıkta görünmemeliydi.
Bir zamanlar kamusal alanda başörtüsü yasağı saçmalığı bu hezeyanın nüksetmesi haliydi. Onlar halkı yok sayıyorlardı. Göstermiyorlardı. Çünkü görünürse, istenen çağdaş(!) görüntüler dünyaya verilmiyordu.
            Medeni Batı dünyası Türk Ulusunu Arap toplumları gibi sanıyordu.
            Peki ya “Ulus”? O zaten yoktu ki! Hiçbir zaman da olmamıştı. Bu nedenle “Ulus”un görülmesi fiilen mümkün değildi. Sanal âlemin bir verisiydi sanki. Zaman zaman “halk” sahneye çıkmak suretiyle bu aslı olmayan görüntüleri bozsa bile ihtilal, mihtilal derken bugünlere kadar gelindi.
            Kısacası halkın geçmişi vardı, ulusun ise ne geçmişi ne de geleceği; o sadece bir projeydi, ileriye dönük proje. Bu muhayyel proje gerçekleşsin diye halkın geleceği gasp edildi, geçmişi ile de kavga.
            Gösterilmeyen “halk” ile “görülmeyen “ulus” arasında bir Ruhü’l Kudüs’e ihtiyaç vardı ki o da “devlet”ti.
            Böylece, kusurluda olsa “teslis” gerçekleşmiş oluyordu.
            Beden Halktı, görülmeyen “Ulus” ise halkın  ‘ideal’ halini temsil ediyordu. Cumhuriyetin kurucu kadronun kafasındaki asrileşmiş(!) halk, Devlet ise o bedeni Ulus idealine göre yontacak cebri kuvvet.
            Peki, görülmek özürlü “Ulus”  meramını nasıl söylüyordu?
            Temsilcileri vasıtasıyla. Tabii ki beyaz renkli olanlarıyla... Onlar hem Ulus’u temsil ediyor ve hem de onun yerine konuşuyorlardı.
            Ama artık halk günümüzde “ben görüneceğim” diyor. Temsil edilmekten ve bana giydirilen elbiseden bıktım diyor. Adıma ideolojiler düzülmesinden de mutlu değilim diyor.
            Ben neysel oyum; zaten köksüzde değilim ki, medeniyet dilenciliği yapayım diyor.
            Ben, beni dinleyecek kulak, anlayacak zihin, zamanın ruhunu sezecek kim varsa onunla beraberim diyor.
            “Yoksa o kadar çok kongre yapın ki!” diyor.