EĞİRDİR’DE TÜRK HAKİMİYETİ…Yrd..Doç.Dr.Tülay METİN, sunumunu şöyle sürdürüyordu : “…    
1333’de Eğirdir’e gelen İbn Battuta gayrimüslim nüfustan söz etmez. Şehrin nüfusunun çok kalabalık, sokaklarının temiz ve güzel olduğundan söz eder. Nehir, orman, bağ ve bahçelerinin çok olduğunu da belirtir. Seyyah ayrıca Eğirdir’de suyu tatlı bir göl bulunduğunu sözlerine ilave eder. O dönemde bu göl yoluyla tekneler Akşehir ve Beyşehir taraflarına yolcu taşırlardı. İbn Battuta’nın vermiş olduğu bilgiye göre Akşehir ve Beyşehir gibi köy ve kasabalara yolculuk iki gün sürmekteydi.
 
Kâtip Çelebinin de büyük dağları, ulu ağaçları ve latif pınarlarını övdüğü Eğirdir’de Türklerin arpa buğday üretimine uygun arazinin azlığından dolayı daha ziyade meyve sebze tarımı ile meşgul oldukları bilinir. Yine Kâtip Çelebi, 36 çeşit üzümü vardır derken bağcılığın geliştiğini ifade eder.  Dağlık olmasından dolayı da hayvancılık gelişmiş olmalıdır.
 
Eğirdir, Selçuklu başkenti Konya’dan Antalya ve Alanya limanlarına ulaşan iki güzergâhtan birinin üzerinde bulunduğu önemli bir şehirdi. Ortaçağ’da Mısır’la ticareti sağlayan bu yol üzerinde önemli bir konaklama ve ticaret merkezi haline gelmişti. Gelendost-Eğirdir yolu üzerinde Eğirdir Gölü kıyısında bulunan Ertokuş Kervansarayı (M.1203-1204/H. 600) Konya-Beyşehir-Şarkikaraağaç-Gelendost-Eğirdir-Isparta-Ağlasun-Burdur yolu üzerinde inşa edilerek buradan geçen kervanlara hizmet etmiştir.  Bugüne kadar ayakta kalmayı başarmış önemli bir yapı olan Ertokuş Kervansarayı; Kudret hanı veya Gelendost hanı ismiyle de anılır. Bu kervansaray kadar önemli bir yapı da gölün kenarında, yerleşimin güneyinde yer alan Eğirdir hanıdır. Selçuklular zamanında II. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından 1237 (H. 635)de inşa edilen bu han bugün harap vaziyettedir. 
 
Eğirdir’in iktisadi vaziyeti hakkında dikkat çeken bir husus da çarşılarıdır. İbn Battuta Eğirdir’den söz ederken şehrin zengin ve şirin çarşılara sahip olduğunu ifade eder. Selçuklu şehirlerinde ticarî faaliyetler çarşılarda, hanlarda ve pazarlarda cereyan ediyordu. Çarşılarda çeşitli meslek grupları faaliyetlerini icra etmekteydiler. Anadolu Türk şehrinde çarşı, şehrin merkezinde bulunurdu. Çarşılarda hanelerden çok hanlar ve dükkânlar vardı. Türkiye Selçuklularında birbirinden ayrılan mahallelerin aksine çarşılarda Müslümanlar ve gayrimüslimler birlikte yaşarlardı. Selçuklu ticaretinde önem taşıyan açık yahut kapalı çarşılardaki dükkânlarda esnaf perakende ticareti ile meşgul oluyorlardı. Esnaf ve zanaatkârlar genellikle kendilerine mahsus çarşılarda toplanmışlardı. Toptan ticarette ise bugünkü iş merkezlerinin öncüleri sayılabilen hanların önemli oldukları bilinir. Bu hanlar şehir surlarının dışında özellikle yollar üzerinde, tüccar ve yolcuların konaklamaları için kullanılan, kervansaray özelliği taşıyan hanlardan farklı idi. Aynı malın ticaretini yapan çeşitli esnaf gruplarının bir arada toplandığı aynı cins malın satıldığı hanlar vardı. Pamuk Hanı, Meyve Hanı, Pirinççiler Hanı, Şekerciler Hanı gibi.
 
İbn Battuta Eğirdir’den sonra Gölhisar’a gider. Orada ahi zaviyesinde konaklar. Sanat, ticaret, iktisat gibi çeşitli meslek alanlarında faaliyet gösteren aynı zamanda bir esnaf teşkilâtı olan ahî teşkilatı (ehl-i fütüvvet) şehir hayatında rol oynayan önemli bir yapılanmaydı. Anadolu’da yayılarak Türkmenlerin oluşturduğu bir teşkilâtlanma haline geldi. Şehirde ticaret ve üretimle meşgul olan esnaf ve sanatkârlar fütüvvet prensipleri etrafında birleşerek teşkilatlanmışlardır. Sosyoekonomik ihtiyaçlara bağlı olarak kurulup gelişen Ahî teşkilatı şehir ve kasabalarda sınaî, ticarî ve iktisadî bütün faaliyetleri düzenlerdi. Ayrıca İslâm ahlakî değer ve ananeleri ile bir tarikat bir müessese haline gelmişti. Her iş kolu için ayrı ayrı düzenlenirdi; faaliyet gösterdikleri iş kolları da onların inhisarındaydı. Herhangi bir iş kolunda çalışan insanlar kendi zanaatında öncü konuma sahip olan ve manevî bazı değerler de yüklenen ahî adlı kimselerin yönetiminde bir araya gelirlerdi. Dükkân ve atölye sayısı, üretim miktarı ve standardı, usta sayısı, çıraklıktan ustalığa yükselme gibi pek çok konuda teşkilât belirleyici durumdaydı. Bu yönüyle yerleşim biriminin ekonomik yaşamını yönlendirmede önemli bir rol üstlenen teşkilât lideri ahîler, aynı zamanda, söz konusu iş kolunda çalışan kalabalık insan topluluğunu yönetme ve yönlendirme etkinliğine de sahiptiler.  
 
Ortaçağda Eğirdir, ilmi ve sosyal hareketlerin de canlı olduğu ve bununla ilgili müesseselerin de bulunduğu önemli bir şehirdir. İbn Battuta şehrin oldukça mamur olduğunu söyler. Eğirdir’e gelen seyyah büyük bir cami karşısında yer alan medresede ikamet etmiştir. Hamidoğulları zamanında Taş medrese veya Dündar Bey medresesi olarak da bilinen medrese Hamidoğullarından kalma tarihi değere sahip büyük bir yapıdır. Meslek sahibi olmayı sağlayan veya ileri düzey bilgilerin verildiği yüksek öğretim ya da ihtisas eğitimi olarak adlandırılan eğitim, medreselerde verilirdi. Bu da Eğirdir’in ilmî açıdan ne kadar ileri bir şehir olduğunun delilidir.
 
Şehirdeki büyük cami olarak bahsedilen cami ise Ulu camidir. İbn Battuta, Hamitoğlu hükümdarı, Dündar Bey oğlu İshak Beyin her gün ikindi namazını Ulu camide kıldığını söyler. Namazdan sonra güney duvarına dayanır, oturur. Huzurunda hafızlar tahtadan yapılmış yüksek bir kürsüye oturarak Kurandan öyle güzel sesle sureler okurlar ki ruhlar mütessir olur, kalpler huzur bulur, bedenler titrer, gözler yaşarır. Sonra sultan sarayına döner. İbn Battuta’nın vermiş olduğu bu bilgiler şehrin ilmi ve manevi açıdan yüksek bir kültüre sahip olduğunu vurgular. Şehirdeki misafirperverlikten memnun kalan seyyah, ramazan ayını Eğirdir’de geçirir. 
 
İbn Battuta’nın Eğirdir’de sözünü ettiği Ulu cami, Hızır bey camiidir. İnşa kitabesi bulunmayan caminin Hamidoğulları döneminde Hızır Bey tarafından 1327 tarihinde inşa edildiği ileri sürülür. İbn Battuta’nın camiyi ziyaret tarihi olan 1333 yılından önce inşa edilmiş olmalıdır. Caminin Selçuklular zamanında depo olarak kullanıldığı rivayet edilir. Elbette bu camiden önce şehirde cami ve mescitlerin bulunduğu bilinir. Çünkü Türk yerleşiminden itibaren ibadet mekânları da inşa edilmiştir.
 
Öncelikle gayrimüslimlere ait ibadet yerleri cami veya mescide çevrilmiş olmalıdır. Yine Hamidoğulları zamanında Eğirdir’de hamam inşa edilmiştir. Türk kültüründe cami, medrese ve hamam üçlüsü çok önemli yer tutar. Cami ruh temizliğini, medrese akıl ve beyin temizliğini, hamam ise beden temizliğini temsil eder. Bu geleneğin ve kültürün tezahürü Eğirdir’de Hamidoğulları zamanında yapılan camii, medrese ve hamam örneğinde görülmektedir. 
 
Sonuç olarak; Önce Yıldırım Bayezid daha sonra Çelebi Mehmet zamanında Osmanlı topraklarına dâhil olan Eğirdir’in kaza olarak yerleşim tarihi devam etmiştir. Osmanlılar döneminde oldukça geniş bir araziye sahip Eğirdir’de 5 nahiye ve 100’den fazla köy bulunmaktaydı.
 
GELECEK YAZI : EĞİRDİR ADALARI AÇIK OTURUMU