Türk nedir? O, bir dudağı gökte, bir dudağı yerde; ağzından ateş, gözlerinden ışık saçan bir devdir. Veyahut mitolojik Yunan devrinden zamanı yırtıp çıkan bir yarı tanrıdır.

            Çünkü onun damarlarında hiçbir ulusta bulunmayan asil kan akmaktadır.

            Bu bakımdan bir Türk bütün dünyaya bedeldir.

            Türk aynı zamanda cumhuriyettir. Dikkat, idaresi değil kendisi Cumhuriyettir. Zira Cumhuriyetle özdeşleşmiş bir doğaya sahiptir.

            Peki ya Selçuklu ve Osmanlı monarşi dönemleri nasıl izah edilecektir? Mustafa Kemal’e göre bin yıla yakın bir süre Türkler mütegallibe sülaleler tarafından boyunduruk altına alınmıştır.

            Bu nedenle o bin yıl atlanarak tarihe bakılmalıdır. Bakılan o tarihsel dönemdeki cevherler ise anlatıla anlatıla bitirilemez.

            Hatta bırakalım bizleri cümle dünya o dönemdeki Türklere çok şey borçludur. Türkün dili dünyadaki bütün dillerin çıktığı ana kaynaktır. Aynı zamanda dünyaya medeniyeti taşıyan da Türkler olmuştur. Başka bir ifade ile şayet Türkler Orta Asya’dan göçmemiş olsaydı dünya şu anda taş devrini yaşıyor olacaktı.

            Bu bakımdan Türk’e durmak yaraşmaz. Türk öndedir ve durmadan ilerler. Onun göğsünden müteşekkil tunç siperini aşabilecek hiçbir kudret yoktur.

            İyi ki tunç siperi vardır. Çünkü Türk’ün düşmanı saymakla bitmez. İçeride düşmanlar olduğu gibi dışarısı da düşmanlarla çevrilidir. Hatta bütün dünya Türk’e düşmandır.

            Bu sözü duyan bir yabancı kendisini şöyle düşünmekten alıkoyamaz: Bu Türkler ne denli zalim, saldırgan ve acımasızlar ki, bütün dünyayı kendilerine düşman edinebilmişler!?

            Bakmayın siz, günümüzdeki her hangi bir Türkün, atalarından kalan, çetin metinlerden vazgeçtik, dedesinin nenesine yazmış olduğu basit bir aşk mektubunu dahi okuyamadığına... Zira o dedesinin yazısını okuyamayacak kadar yoksundur.

            Ama olsun... Onun için hedef çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmak ve hatta aşmaktır. Bunun içinde okuma yazmadan ziyade yapması gereken şey sadece “bakmak” ve “yapmak” tır.

            Neye bakar? Batıya bakar.

            Neyi yapar?  Taklidini yapar... Önce övünüp sonra çalışmanın doğal sonucu olarak!

            Buraya kadar anlatılan ideolojik Türk’tü. Şimdi ise tarihsel Türk’e göz atalım. Yalnız ‘seni kendin değil bir başkası övsün’ özdeyişi hesabı, başkalarına kulak vererek.

            Zaman gazetesini 8 Ekim tarihli nüshasında Ali Ünal 18. Asrın başlarında İngiliz büyük elçisinin eşi Lady Montague tarafından kaleme alınan bir tanıtma yazısının nakleder. Buna göre:

            “Türkler çok dindar ve merhametlidirler. Birbirleriyle pek münakaşa etmezler. Şehirde kimse silah taşımaz. Pek az kavga ederler. Az yerler. Her sahada intizamı çok severler. Her türlü eşya makul fiyatlara satılır. İnsan, paşadan küçük bir bakkala kadar bütün Türklerin aynı okulda yetişmiş, aynı asalet mertebesine sahip büyük senyörler olduklarını zanneder. İstanbul halkı, yeryüzünün en medeni ve en dürüst halkıdır. Şehirde sokak kavgalarına, maksatsız dolaşan serserilere, bağırıp- çağıranlara, dedikoducu kadınlara, her hangi bir fuhuş belirtisine, yüz kızartacak bir harekete rastlamak mümkün değildir. Kirlilik ve kirli giyinme görünmez; Hiçbir tarafta haylaz ve dilenci güruhuna tesadüf edilmez; evlere kilit vurma bilinmez her tarafta muhtelif içtimai gurupların bir birlerine karşılıklı saygı duydukları müşahede edilir. Dalkavukluk bilmezler. O kadar dürüst ve namusludurlar ki, başka türlü olunabileceğini düşünmediklerinden ve herkesi kendileri gibi sandıklarından aldatılırlar, ama hiçbir zaman aldatmazlar. Türklerde yalancılık cinayet ve hilekârlık yoktur. Hayırseverlik akideleri, hayvanlara da şamildir. Camilerin saçakları altına kuşların sığınması için hususi yuvalar ve mezarların yanına kuşların su içmesi için küçük tekneler yapmak, Türk medeniyetine mahsus hususiyetlerdendir”

            İdeolojik Türk,  “Türk nedir?” sorusuna cevap ararken İngiliz Bayan “Türk nasıl insandır?” sorusunu yanıtlar.

            İngiliz bayana göre Türk merhametli ve namuslu insandır. Ama insandır, yarı tanrı değildir.  En önemlisi yalancılık cinayet ve hilekârlık yoktur. Ve toplumda yaşayan bütün farklı guruplar arasında saygı ve barış hâkimdir.

            Size bir soru: İdeolojik Türk’ümü yoksa tarihsel Türk’ümü tercih edersiniz?

            Benim cevabım ikincisinden yanadır.