!

            Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, “Toplumsal Barış” konulu bir panelde, 30 yıl sonra ana dillerinde savunma yapabildiklerini belirttikten sonra “arzularının bir daha şiddetin nüksetmeyeceği kalıcı bir barış” olduğunu belirtip akabinde şöyle çarpıcı bir cümle kurdu:

            “Türk’ün Kürt’e, Kürt’ün Türk’e kurşun sıkması haramdır”

            Başkanın kullandığı lisanın ne kadar farklı olduğu hemen anlaşılsa gerek. “Yasaktır, suçtur, yanlıştır, sakıncalıdır ” değil, “haramdır” diyerek meramını anlatıyor.

            Lisan böyledir işte, aniden insanı alıp bir iklimden diğerine götürüverir.

            “Haram” sözcüğü bizi aniden geleneğe götürüverdi. Bize, yani bizlere ait olana, köklerimize...

             Haram: Dinin kesin bir delille yasakladığı şey. İşlemenin azabı, inkârının ise küfrü gerektiren davranış...

            Evet, böyle söylüyor lügatler. Peki, bir Müslüman’ın diğer bir Müslüman’ı öldürmesi gerçekten haram mı değil mi?

            Cevabı hiçte zor olmayan bir soru değil mi?

            “Haram”, “helal” kavramları ile biz, esasen, toplum halinde yaşarken normali ve anormali belirlemiş ve tasnif etmiş oluyoruz. Daha doğrusu indirilen vahiy ile belirlenene iman ettik diyoruz. Sen neyi “normal” olarak bildirdiysen onu normal, yine neyi “anormal” olarak bildirdiysen onu anormal olarak kabul ediyoruz, diyoruz. Lisanı aramızda kullanırken bu anlamlarla yüklü kelimeleri tedavülde dolaştırıyoruz.

            Evrenle, varlıkla, insanla olan ilişkilerimizde geçmişten tevarüs eden ana unsurları dil vasıtasıyla edinip yine dil vasıtasıyla gelecek kuşaklara teslim ediyoruz. Heidegger, yani Alman usta “dil varlığın evidir” derken sanırım buna mümasil manaları ifadeye çalışmıştı.

            Lakin modern zamanların icadı plan “Ulus Devlet” ilk iş olarak insanların lisanlarını bozdu. Çünkü o geleneğe düşman idi ve geleneğin merkezinde de “dil” vardı.

            Dilde mevcut kavramlar kaldırılmaz ve yerine yenileri konulmazsa istenilen amaç hâsıl olamazdı. İnsanlara manevi sorumluluk yükleyen kavramların yerine seküler yani dünyevi kavramlar ikame edilmeliydi.

            Helal-Haram gibi kavramların görünürlüğünün azalması, yerine seküler kavramların icadı, Ulus Devlet tarafından uluslaştırılan toplumların zihinsel dünyalarına yönelmiş bir operasyondu.

            Böylece insanlar bir etnisite etrafında uluslaştırılırken birileri de hâkimiyetlerini tesis ediyorlardı. İnsanlar üzerinde ilahlaşıyorlardı.

            Yirminci yüzyılın kabaca tarifi işte bu kadardı: Toplumlar üzerinde tahakküm. Kışkırtılan hamiyet duyguları ile elde edilen kazançlar. Ve ardından gelen cihan savaşları...

            Ölüm, Ölüm, ölüm! Şişirilmiş egolar, uydurulmuş efsaneler, yüceltilmiş kahramanlar ve bilim vasıtası ile maddenin şiddetinin hat safhaya çıkması... Atom bombası ile hayatın cehenneme çevrilmesi!

Sonra “al sana seküler dünya cenneti!” dercesine atılan içi boş nutuklar.

Efendimiz bir hadisinde bildiriyor ki: Üç huy vardır ki onlar kimde bulunursa o, Allah’ın sevgili has kullarından olur. Bu üç huy:1)Kader’in hükmüne razı olmak 2) Allah’ın haram kıldığı şeylere karşı sabretmek 3) Sadece aziz ve celil olan Allah’ın zatı için öfkelenmek”

Yine bir hadisinde O şöyle buyurmuştur:” Şunlar imanın zayıflığındandır: 1)Allah’ı kızdırmak bahasına insanları razı etmek 2) Allah’ın verdiği rızıktan dolayı insanları övmek 3) Allah’ın sana vermediği rızıktan dolayı insanları kötülemek”

Hadisler iç dünyamızda ne muazzam ufuklar açıyor değil mi?

İnsanları köle etmenin modern şekli olan ideolojilerin İslam’la başları neden dertte anlamamak hiçte zor değil.

Şükran duyguları ile bağlanılacak tek varlık var O’da Allah. Çünkü bizlere rızık veren ve duçar olduğumuz belalardan kurtaran da hep O’dur.

Geçen yüzyılımızda insanlar çok kişileri ilahlaştırdılar, putlarına çok bedeller ödediler, artık yeter.

Evet, Sayın Baydemir haklı: “Türk’ün Kürt’e, Kürt’ün Türk’e kurşun sıkması haramdır”