Çok satanlar listesinde olmayan, fakat edebiyat çevrelerince ilgi ile karşılanan bir roman elimde: Vergilius’un Ölümü... Yazarı Hermann Broch. Ayrıca kitap ile ilgili ilginç bir bilgi: Mütercimi Ahmet Cemal’in tercüme işini tam 25 sene sonunda bitirebilmesi.

         Her ne ise! Asıl muradım kitapta geçen çarpıcı bir cümle:

         “Çünkü yalnızca huzurlu olan, yol göstericilik yapabilir: Yalnızca Büyük akıntının içinde çıkarılmış, hayır; kurtarılmış bir eşsizlik kendini sonsuzluğa açar”

         Yazarın kastı ne idi Veya mütercim ne şekilde anladı ve tercüme etti bilemiyorum; ama cümlenin öncesi ve sonrası ile birlikte değerlendirdiğim zaman ben yukarıda geçen “hayır”  kelimesini anahtar kelime olarak algılıyorum. Özellikle “büyük akıntı”   tamlaması ile birlikte değerlendirdiğimiz zaman daha rahat anlaşılacağını umuyorum.

         “Büyük akıntı” ve “hayır”... Yani büyük akıntıya “hayır” ... Daha da açıkçası akan nehrin sularına kapılmış bir çöp olmamak! Peki, ne olmak? Sorumlu bir insan olarak akıntının karşısında durabilmek; “hayır” diyerek şahsiyet sahibi olabilmek...

         Kısaca “herkes” gibi olmamak!

         Karşılığında kazanılan, huzurlu olmak ve yol göstericilik konuma gelebilmek. Yükselmekte ne kelime, kurtarılmış eşsizlikle sonsuzluğa açılabilmek.

         “An” ile sonsuzluk arasındaki o gizemli bağ “hayır!” sözcüğüne yüklenmiş sadece.

         Laf ne zaman bu tür konulara gelse aklıma hep Nietzsche gelir. Düşünür akıntıya kendisine kaptıranları “deve” ile özleştirir. Hani develerin üzerine ne yüklenirse kusursuzca taşır ya, işte öyle! Bunlara sürü insan der. Sürü insan taşır, durmadan taşır. Neyi? Mevcut değerleri. Akıntıya kapılan toplumun kendisine yüklediği değerleri.

         Çünkü onun gözünde neyi taşıdığının hiç önemi yoktur. Önemli olan kusursuzca taşımaktır. Bu becerisi karşısında o “ iyi” vatandaş olma rütbesini kazanır ve devlet huzurunda makbul yurttaş olur; birde tabii rahatlar; bu rahatlık “herkes” gibi olmanın ona vermiş olduğu rehavettir.

         Rehavetin bedeli ise kaybolmak... “Herkes” içerisinde yok olup , “var” olmamış olmak... 

         Peki ya sırtımıza yüklenenler; ya o taşıdıklarımız, onların ne olduklarının hiç önemi yok mu?

         Onlardan hiç mi sorumlu olmayacağız?

         Bu soruları sormaya başlayan kişi sorgulamaya başlamış demektir.

            Bu özgür olmaya doğru açılan en önemli penceredir. Çünkü “ hayır” diyebilmenin ve seçebilmenin yolu açılmış demektir. Özgürlük seçebilmek demektir.

         Seçmek ise sorumluluğuna müdrik olmak demektir.

         Bu ahvalde iyi vatandaş olmak garanti değil; fakat iyi insan olmak yüzde yüz. Çünkü böyle bir atmosferde bir kişi yüzünü nereye çevirirse çevirsin artık o “insan” olmanın tadını tatmış demektir.

         Ben bu halin formülünü “hayır” kelimesinin iksirinde görüyorum. “Hayır” öyle güçlü bir kelime ki, Allah bile kullarına teklifte bulunurken onları “hayır” demeye çağırıyor.” Lailahe” ile işe başlanıyor;ilahlar yoktur deniyor...İnsanları köleleştiren, tedavüldeki ne kadar sahte ilah varsa önce onların ötelenmesi , elin tersi ile itilmesi isteniyor.Ancak bu “hayır/la” dan sonra ikinci aşama teklif ediliyor: “ İllallah: Allahtan başka ilah yoktur.

         Lailaheillallah... ,İlah yoktur Allahtan başka

         Son cümle: Allah’a kul olmanın yolu insan olmaktan geçiyor. Allah dan gayrısına kulluk yapmanın şartı ise henüz insan ol(a)mamış olmakla kayıtlı .

         Hayır diyebilmek ne kadar önemli ;  bana hak veriyorsunuz değimli?