Cinayeti işleyen her katil maktulden hırsını aldıktan sonra aklı başına gelir. Ama artık çok geçtir… Ruhunu çıkarttığı cesedi, işlediği cürmün, caniliğin beşer olarak ilk şahidi olan bu cansız bedeni, nasıl ortadan kaldırıp suçumu kamudan gizleyebilirim düşüncesi yormaya başlar beynini. Hz. Adem’in çocukları Kabil Habil’i öldürdüğünde de Habil’in bedenini ne yapacağını bilemedi ve bir kargadan ilham alarak gömmeyi başarabildi. Denilir ki ilk cinayetin ardından yeryüzünde dökülen her kanda biraz da Kabil’in parmağı, payı ve dolayısıyla günahı mevcuttur.
Kabil gibi suçunun ilk şahidini gömmeyi beceremeyen katiller de oldukça fazla. Bir telaşla tırnaklarında kendinden bir parça, delil bıraktığını düşünen Özgecan’ın katilleri gibi kesip doğrayıp yakıp günahından tamamen kurtulacağını zanneden vahşi sapıkların hapishanelerde besleniyor olduğunu düşünmek bile, evladını kaybeden aileleri perişan etmeye yetiyor. Başbakanımızın dediği gibi “kadına ve çocuğa uzanan eller kırılmalıdır”. Sadece uzanmakla kalmamış işkenceyle öldürülmüşse de bu ailelerin, bu katilin işkence edilerek öldürülmesini istemeye hakları olmalıdır. Şahsa yönelik bu tür suçlar on yıl, yirmi yıl, yattı çıktılarla yahut müebbet cezalarla vicdanları asla rahatlatamaz. Toplum, bu tür pisliklerden ivedilikle temizlenmelidir.
Cezaların caydırıcı olmasıyla birlikte alınacak bir diğer tedbir de ahlaklı, akıl ve ruh sağlığı, şahsiyeti, maneviyatı gelişmiş insan yetiştirmektir. İkinci öğretim ders saatlerini öne çekmek gibi en makul önlemleri bile “gece kızlarımız sokaktan alıkonuluyor” gürültüsüne getirerek karşılamak hiç iyi niyetli bir muhalefet davranışı değildir. Alkol, uyuşturucu, fuhuş gibi konularda alınan her tedbiri ülkemiz geriye gidiyor diyerek Onuncu yıl marşlarıyla protesto etmeye kalkarsak çocuklarımızı karanlık bir geleceğe kendi ellerimizle teslim etmiş oluruz.
Yine küçük yaştan itibaren çocuklarımız Allah, Peygamber, ahiret bilinciyle yetişsin amacıyla Kuran, Hadis, Arapça derslerinin öne çıkarılmasını, İHL’ lerin çoğalmasını Batıya “Türkiye’ye Radikal İslam geliyor” diye şikayet edersek (paralel yapı refleksiyle), yine geleceğimiz ruhsuz, modern ve hesap verme şuurundan yoksun, seküler bir zihniyete gebe demektir.
Öyle olmasaydı Özgecan kızımızın katili, o iğrenç suçunu herkesten gizlese bile Allah’tan gizleyemeyeceğini bilir ve vahşi cinayetine, daha da vahşet katmaz, tövbe ederdi. Hz. Musa da itekleyerek, istemeyerek bir adamı düşürmüş ve öldürmüştü. Ancak o tövbe edip affedilen hatta peygamber makamı verilenlerdendi.
Özgecan Aslan’a yönelik işkence ve cinayet, tüm vicdanları rahatsız etmiş hepimizin yüreğini yakmıştır. Bu vahşeti lanetliyor, ailesine sabır diliyor, bir daha böyle elim olayların yaşanmaması için devletimizi de milletimizi de topyekun duyarlılığa davet ediyoruz.
SİYASET ve SAMİMİYET
Ak Partili olmak, olmamak, olur gibi yapmakla alakalı çok defa yazdığım için uzun uzun anlatmayacağım bu defa. Ancak iyi günde, kötü günde, köşkte, hapishanede, namazda, duada, savaşta, zaferde, sürgünde, bayramda, ya da idam sehpasında her koşulda arkamızda ve önümüzde olacak o sayılı asil insanları, dava insanlarını seçmemiz tabi ki zor olacak.
Faruk Beşer hocamız ısrarla liyakat üzerinde duruyor. “Kim aralarında Allah’ın daha memnun olacağı birisi varken kendi arzusuna uygun olana görev verirse Allah’a da Resulüne de, müminlere de hıyanet etmiş olur.” (Suyuti) diyor.
Beşer “Milletin inancıyla, ahlak anlayışıyla kavgalı ve problemli kişiler kabul edilmemeli” derken ben de şöyle bir ekleme yapmak istiyorum: Başbakanımızın ve de Cumhurbaşkanımızın önem verdiği ve ısrarlı olduğu konularda bile duyarsız hatta bu konuda zıt kanaatlere sahip, mültecileri istemeyen, çözüm sürecine karşı olan, paralel yapıyı karşısına alma yürekliliğini bir defa bile gösteremeyen, geziciyle gezici, ırkçıyla ırkçı, şapka devrimcisiyle devrimci olanların samimiyeti bir değil, bin kez sorgulanmalıdır. Yine Başbakanımız Davutoğlu’nun Beşer’e söylediği sözler önemli “Kritik anlarda dik durmasını başaramayanlar değil, Erdoğan gibi (o kritik dönemlerde dahi) eşi kapalı da olsa her daim dik duran, eğilmeyen, inançlı siyasetçilere ihtiyacımız var.” İstediği görev verilmeyince çekip giden omurgasız menfaatçilerse en baştan elenmelidir” diyen Faruk Beşer’in tavsiyelerine itinayla kulak verelim diyorum.