"Can alıcı soğuk var. Ayaz ki ne ayaz." diyor kadın. Telefon kulağında, mantonun üstüne şal, şalın üstüne battaniye, dizlerine seccade örtmüş. Binbir mücadeleyle seyir halinde.

- Selamet ablada kahvaltıdaydım. Arkadaşlar çaya davet etti. Şimdi oraya gidiyorum. Ordan da Münevver Hoca'ya kahve içmeye geçicez. Soğukta çıkamıyoruz, böyle bunalıyoruz, depresyona girip girip çıkıyoruz, napacan?

Ayaktaki kadın da bir hastalığı tarif etmeye uğraşıyor yanındaki teyzeye. 

-Pelte atmış kaynatamın beynine, diyor.

- Aaaa nası şey ki o?

- Hani görmüşsündür, kurbanda davar kesince kan topağı olur ya, bilirsin işte, aha öyle işte topak olmuş kan. Ağzı var dili yoktu adamcağızın. Bak kaynanam olsa hiç üzülmezdim. Buna çok üzüldüm. Dua edicez başka yapacak şey yok...

Hem konuşuyor hem de çantalarını, poşetlerini devrilmesin diye eliyle kontrol ediyor.

 Arka koltuktaki dominant kadın kocasına birşeyler anlatıyor. Yüksek sesle söylediği için biz de gayet iyi duyuyoruz. Eşi ise Naime yengenin kocası gibi sadece karısının kurduğu cümledeki yüklemleri tekrar edebiliyor. Farklı bir fikir beyanında bulunma özgürlüğü olmadığı ses tonundan belli.

- Mahvettiler bizi, mahvettiler, diyor kadın

- Mahvettiler, diyor eşi.

-Yazık oldu bu insanlara, batırdılar, diyor kadın

-Batırırlar, diyor

-Biber alacaktim 20₺ olmuş, patlıcan 30₺. Nasıl alayım?

- Alamazsın.

- Böyle olur mu canım olmaz, diyor kadın

- Olmaz, diye cevap veriyor adam. 

Bir insanın pahalılıktan şikayet etmesini anlarım, hatta haklısın da derim. Ama kış günü biber, domates, patlıcan alamıyoruz diye şikayet etmesini çok yersiz bulurum. Benim bildiğim yazın yaz meyvesi, kışın kış sebzesi yenilir...

Köyü aradığımızda görümcemin yokluktan değil bolluktan yakındığı aklıma geliyor:

-Herşey bek çok. Çakılıp duru yalınız işleycek amele yok. Gelin buraya çuvala gatın götürün. Orda okkasına olan parayı vermeyin. Kışın aylakçıyız bakma da yazın gece gündüz çalışıyoz. Mal maşat hepsi bize bakıp duru...


Eve gelince kafamı dinlerim sanıyorum ama bu defa annemi ufak torunlarına söylenirken buluyorum:

-Nasıl çocuk bunlar yav. Akgın yeygi olcek yeycekler. Ellerinde telefon, bilgisiyar oyneycekler, durmadan gezcekler sen hasta olmuşsun, ölmüşsün umurlarında mı. Pehhh...

Babam desen zam haberlerine fazlaca kaptırmış. Anneme bir dizi yeni ekonomik tedbirlerinden bahsediyor.

-Bu devirde arabaya binilmez, benzin uçtu, uçtu.

-Binmeyelim canım. Bizim araba neyimize, oturalım evde, diye cevap veriyor annem.

-Öyle her istediğinizi alıp yemek de yok. 

-Yemiyelim, perhiz ederiz biz de.

-Bu devirde yaşanmaz, herşey pahalı. Yaşamak lüks oldu lüks.

-Olur, yaşamayalım canım ölelim biz de...

Yaşamak kısmı fazlaca abartılı olsa da babamın tedbirleri kısmen makul. Ancak bu önlemleri yalnızca belli bir kesim değil kendini elit olarak görenler dahil toplumun her kesimi uygulamalı. Ulaşımda, lüks harcamalarda ciddi tasarrufun yanında tüketime değil üretime yönelik bir toplum olmamız gerektiğini bir kez daha yineleyeceğim. Reklamların, dizilerin, televizyon programlarının getirli götürlü şıppadanak alışverişi, konformist yaşamı özendirenlerin gazına gelmeyelim. Şaşaalı törenleri, dosta düşmana hava atmalı, gösterişli, bol masraflı düğünleri, kutlamaları unutalım. Ve yine Rusya-Ukrayna savaşını bahane ederek kıtlık geliyor çığırtkanlığı yapanların lafıyla yağa, şekere lütfen saldırmayalım. Bununla birlikte Hz. Yusuf döneminin dahiyane ekonomik tedbirleri, hem devlet hem de millet olarak aklımızın bir kenarında illaki bulunsun...