Danimarka’da yıllar önce Efendimiz hakkında yine karikatürler yayınlanmıştı. Gösterilen tepkiler üzerine Frence Soir gazetesinin genel yayın yönetmeninin savunma babından sarf ettiği sözler son derece şaşırtıcıydı.
            “Tanrının karikatürünü çizme hakkımız dahi var
            İşte bu kadar! Lütfen dikkat! Adam ne diyor? Hakkımız var! Neye? Tanrının dahi karikatürünü çizmeye! Kaldı ki İslam’ın Peygamberinin karikatürünü çizmek. Siz Müslümanlar kim oluyorsunuz da Batılı adamın bu en tabii hakkını kullanmasına tepki gösteriyorsunuz.
            Cümle Batı’nın şuuraltını ifşa ediyor. Küstahlığın, sınır tanımazlığın, saygısızlığın, kendini beğenmişliğin ulaşabileceği en şahika nokta! Adam ‘benim paşa gönlüm isterse Tanrı’yı bile çizerim, gülünç halde tasvirini yaparım’ diyebiliyor.
            Ve buna hakkı olduğuna inanıyor!
            Bugün vazife sırası Fransa’da, hani şu kültür ve sanat merkezi olarak lanse edilen yer var ya, orada. Charlie Hebdo isimli bir paçavra Efendimizin karikatürlerini yapmış. Ama ne karikatürler. O kadar iğrenç, ahlaksız sapıkça çizilmiş ki anlatmak mümkün değil.
            Değil Efendimize, hiçbir insana karşı işlenmemesi gereken çirkinlikte bir çizim.
            Sonra malum saldırı ve ölümler. Üzerine derginin tekrar baskısı... Türkiye’de de Batıcı Cumhuriyet gazetesi ve bazı yazarlarınca iğrenç karikatürlerin iktibas edilmesi.
            Cumhuriyet gazetesi ve yazarları için Efendimizin hiçbir önemi olmayabilir. Ama o işbirlikçilere soruyorum. Şayet o fotoğrafların aynısı Mustafa Kemal hakkında çizilseydi ne yapardınız?
            Ben vallahi itiraz ederdim. Değil Mustafa Kemal,  Ebu Cehil hakkında olsa bile o alçakça çizgilere yine itiraz ederdim.
            Çünkü almış olduğum İslam terbiyem beni buna mecbur ederdi.
            Tezgâha bakın Allah aşkına.
            Batı önce Halifeliği kendi çıkarlarına aykırı görüp kaldırtacak, yani Müslümanları başsız bırakacak.
            Sonra istediği ülkeye girip milyonlarca Müslüman’ı öldürüp zenginliklerini sömürecek.
            Sonrada tüy dikercesine Peygamberlerine iğrenç çizgilerle saldıracak.
            Yani kışkırtacak, tahrik edecek; öldürdüğü, işkencelerden geçirdiği aşağıladığı mazlumların çocuklarının içinde biriken kini depreştirecek.
            Baskın ve ölümlerden sonra  “Basın hürriyetine saldırı. Batılı değerler tehlikede” diye veryansın ederek sebep olduğu ölümlerden alçakça nemalanacak.
            Suçluluğun ve güçlülüğün verdiği zevkle zeytinyağı gibi üste çıkacak.
            İçimizdeki Batıcı köle ruhlu alçaklarda onları ağzı açık dinleyecek.
            Peki ya bizler! Bizler ne yapacağız? Olayı yine Cuma çıkışı protestoları ve ‘cak’lı ‘cek’li, ateşli ama kof nutuklarla mı geçiştireceğiz?
            Bence konunun temelinde yatan etken Müslümanların Halifesizliği!
            Batı’da Papa var. Bir şey dedi mi iş bitiyor. Son söz söylenmiş oluyor. Peki ya Müslümanlar? Her kafadan bir ses çıkıyor! Yaşanan kargaşanın nedeni İslam’dan değil müesseselerinden mahrum bırakılmamızdan.
            Vatikan, Batı’nın “olma” laikliğine aykırı olmuyor da, Hilafet bizdeki “konma” laikliğe aykırı oluyor, öylemi? Sevsinler şu Batı’nın çifte standardını.
            Ne güzel değil mi? Cihan harbi sonucu çizilmiş cetvel mahsulü sınırlar ve uyduruk devletler. Uyduruk devlet tabiatı icabı uydu olur. Kurulmasını sağlayan gücün yani Batı’nın uydusu!
            Batı tüm değerlerini yitirdi. Roma İmparatorluğunu temsilen Roma’da oturan Papa dahi kifayetsiz kalıyor. Gark olunan nihilizm çamuru çenelerine kadar ulaştı.
            Nietzsche’nin kulakları çınlasın!
 Batının düşmana ihtiyacı var. Düşman karşısında birleşmeye. Düşmansa belli:  Doğu... Daha doğrusu İslam Dünyası... Tabii yanında bir de “terörizm” eşantiyonu!
Batı birlik olmaya çalışıyor. Ya bizler? Batının çizdiği sınırları yılmazca savunan ordular, hatta bu sınırları daha da bölmek isteyen gafiller, İslam adına kafa keserek cihat ettiğini duyuran aptallar.
Bu curcuna da altı yaşında kızın evliliğini diline dolayan aymazlar.
Ne olacak bu Müslümanların hali? Geçen gün Afrika’dan gelen bir dostumla konuştum. Orada Müslümanlar birbirini boğazlıyormuş. “Neden?” dedim. Batı’nın içlerine soktuğu fitneden dedi. Her yer maden ama Afrikalılar çok fukara, dedi. Sebebi açık: Sömürü... Susuzluk diye sordum. Güldü. İngilizler nerede tarıma elverişli sulak yer varsa okiluptous ağacı dikmişler, bataklığı kurutmak bahanesiyle. Ağacın özelliği dipte ne kadar su varsa çekmesiymiş. Birde tavsiyede bulunmuş: “Bu ağaçları sulamayı ihmal etmeyin” diye.
İngilizler! Bizimde ruhumuza diktikleri ideolojiler ile ne kadar öz suyumuz varsa tükettiler, birde ideolojilerini sulamaya bizleri memur ettiler.  
Bence bu dağınıklığa dur demenin zamanı geldi geçiyor bile.
Dünyada ki aklı başında, çağımızın sorunlarını bilen Âlimler bunu kendilerine mesele ederek çözüm aramalıdırlar. Ama bu işi bir başlatanın olması lazım; buda sanırım Türkiye’ye yaraşır.
Bu nedenle artık entelektüeller “hadis” ve “tarihsellik” gibi konuları tartışmayı bir kenara bırakıp yaraya merhem olacak konulara değinmelidirler. Âlimlerde bunun fıkhı üzerine kafa yormalıdır.
Hatta Diyanet bu işin önderliğini yapmalıdır. Yılgınlığın ve ümitsizliğin anlamı yok. Korkunun da ecele! Başlamak dirayetini gösterenlerin Allah mutlaka yardımcısı olacaktır.
Aksi halde ileride çok daha azgın, çok daha saldırgan ve kudurmuş bir Batı’yı karşımızda bulacağız. İşbirlikçileri de cabası.
Bu yazımın vicdanlarda makes bulmasını Allah’tan dileyerek, merhum Necip Fazıldan mülhem şu cümle ile son noktayı koyuyorum.
Yüzüstü çok süründün ayağa kalk İstanbul!