Cennette iken Âdem fiili olarak meleklerden üstündü; beşeri yönüne ise potansiyel olarak sahipti. Ne zaman ki o yasak meyveyi yedi, artık beşeri yönünü fiili olarak taşımaya, meleklerden üstün olma meziyetini de potansiyel olarak taşımaya başladı.

            Ve cennette o edep yerlerini görerek eşi ile birlikte örtünmek ihtiyacı hissetti. Çünkü artık utanır olmuştu. Utanmak nedir öğrenmişti. Yaşayarak hem cenneti ve hem de dünya için elzem olan bir duyguyu öğrendi.

            Beşeri yön ve utanmak! İşte bu ikisi yeryüzü macerasında insan neslinin beraberinde getirdiği vasıflarıydı… İsyanın değil, O’na itaatin, saadetin kaynağı olduğu hakikatini ruhunun derinliklerine, peşinen nakşederek gelmişti. İnsanın kölelikten tiksinmesinin nedeni de bu olsa gerek. Zira O’ndan gayrısına hatta bu nefsi bile olsa kulluk etmek, onur kırıcı bir kölelikti.

            Hübut yani düşüş ile birlikte İblis artık Şeytan olmuştur. O insanın önünden arkasından sağından solundan yaklaşacak ve onu azdırmaya çalışacaktır. Hatta dosdoğru yolun üzerine oturmaktan dahi geri kalmayacaktır.(Araf,16-17)  Ne için? İnsanı yoldan çıkarmak için. Ne şekilde? Fısıldayarak.

            Fısıldamak: Şeytanın vahyi! Şeytan fısıltı ile ayartırken, insanı fakirlikle korkutur; mal yığmalarını salık verir. Fakir fukarayı gözetmeden mal yığmak! Hatta helal haram demeden mal yığmak! Fısıltı nefsinin derinliklerinde sinsice dolaşır. Hep beşeri yönünü öne çıkarmayı amaçlar. Kalbini ve vicdanını mefluç hale getirir. Ta ki nefsi arzu ve istekleri ile hep oyalansın ve sonunda “insan” olmak halinden çıkmış olsun. Yani utanmayı terk etsin.

            Bence şeytanın fısıldamalarında göz ardı edilmemesi gereken, insana ait  diğer hedef bir melekede “akıl”dır. Veya bir başka ifade ile Şeytan fısıldarken Âdemoğlunun aklını da ihmal etmez ve o “akla” deyim yerindeyse bir format atmayı hedefler. Tıpkı bilgisayara atılan format gibi! Nasıl ki bilgisayar atılan format ile çalışma yöntemine sahip oluyorsa, akılda aynen öyledir. Böylece o insana aklı kullanma kılavuzunu fısıldar ve netice itibariyle insan aklını tüm imkânları ile kullanmaktan mahrum hale gelir.

            Tıpkı Âdem’e secde emri karşısında kıyasta bulunan İblis’in meziyetinden ilhamla insanlarda benzer kıyaslarda bulunmaya başlarlar.

            Mesela Descartes gibi Tanrı’yı bilmenin tamamen aklın marifeti olduğunu söylemesi yanında Kant’ın aklın tamamen dışında olduğunu söylemesi gibi! Bence ikisi de akla fısıltı ile atılan format olsa gerektir. İlki Tanrı’dan gelen vahye karşı gözlerini yumarken ikincisi de aklın Tanrı’yı bulma çabasını iptale yöneliktir.

            İlki aklı, yüksekliğin doruklarında kılavuzsuz da gezebileceğini vehmederken, ikincisi aklı kulağından tutup aşağılara indirmiştir: ‘Senin buralarda işin yok sen sadece duyularınla aldıklarınla yetin’ diye. ‘Aklını beş duyuna takılanları ölçmek ve biçmekte kullanmanın dışına sakın taşırma’ diye.

            Basit bir özne-nesne ilişkisinin basit bir aleti olarak kullan; çok lazımsa, bir pratik akıl icad ederiz seni Tanrı ile kurmak isteyeceğin ilişki de tatmin etsin, diye.

            Bence Şeytanın, dosdoğru yolun üzerine oturması tam da bu noktada vaki olsa gerek. Vahiy-akıl ilişkisini olabildiğince bozmak. Aralarındaki ilişkinin dengesini değiştirmek, aklın dozajında değişikliklere gitmek; en kötüsü de birinin diğerini dışlaması gerektiğini insana vehmetmek. Vahyin akıldan mahrum bırakılması yahut aklın vahyi mümkün görmeyip yok sayması.

            Selefiliğin İslam adına işledikleri akıl almaz cinayetleri yahut Modern insanın “beş duyu” artı “özne-nesne” müsameresi eşittir “Tanrı öldü” çılgınlığını başka ne ile izah edebiliriz ki?

            İşte bu nedenle İslam fıkhında beş önemli zaruriyâttan birisi olarak konulan “aklın muhafazası”, sarhoş edici ve uyuşturucu maddelerden ziyade fısıltıdan korumayı amaçlamaktadır. İnsan kendisine emanet edilen aklı evvela Şeytandan korumalıdır ki asli yolunu kaybetmesin; yoksa sarhoş edici ve uyuşturucu maddeler zaten şeytanın kullandığı kaba aletlerden başka bir şey değillerdir. Uyuşturucu madde aklın kullanımını önlerken, fısıltı aklın yanlış parametrelerle çalışmasına sebebiyet vererek insanı itikadi bağlamda tehlikeli mecralara yöneltir.

            Hıristiyanlığın akla ziyan teslis inancının hem yerleşmesinde ve hem de yerleştikten sonrada Thomas Aquinas gibilerinin nice Summa Contra Gentiles emsali cilt cilt eserlerinde izah gayretleriyle kıvranmalarında; yetmezmiş gibi birde günümüzde aklı-bu tür saçmalıklara- isyan ettirip insanın tanrıya meydan okur konuma getirilmesinde, fısıltıyı es geçemeyiz. Geçersek yanılır ve sadece kendimizi kandırmış oluruz, o kadar!