YÖK Genel Kurulu 15 Ağustos 2013 tarihinde oyçokluğu ile İlahiyat Fakültelerini yakından ilgilendiren bir karar aldı. Alması ile birlikte yeni bir tartışmanın fitilini ateşlemiş oldu.

            Karar İlahiyat Fakültelerinin İsminin “İslami İlimler Fakültesi” olarak değiştirilmesi yanında, okutulacak bazı derslerin saatlerinin azaltılması ve bazılarının tasfiyesi ile alakalıydı.

            Konu dışarıya “İlahiyat Fakültelerinde Felsefe Dersleri kaldırılıyor” şeklinde yansıyınca, doğrusu şaşkınlıktan neye uğradığımı şaşırmıştım. Kanımca yapılan iş son derece yanlıştı; üstelik fikir, ilim, sanat alanında zaten geri kalmış Müslümanları daha da geriye götürmekten başka bir anlam taşımıyordu.

            Evet, ilk tepkim buydu. Tartışmalar sonucunda YÖK Başkanı tarafından konunun tekrar ele alınacağını duyunca rahatladım. Çünkü felsefesiz bir din eğitiminin olamayacağına bütün kalbimle kani idim ve halen aynı sabit hal üzerineyim.

            Benim burada asıl üzerinde durmak istediğim husus, konu hakkında seviyeli bir tartışma ortamının yaşanması idi. Gazete sütunlarından tutunda televizyon programlarına kadar mevzu, diyeceği sözü olan kişilerce enine boyuna tartışıldı. Diyanet İşleri Başkanından, akademisyenlere ve gazete muharririne kadar düşünce ve kanaati olanlar yaşanılan olaya katkıda bulundu.

            Hatta YÖK Yürütme Kurulu Üyesi hemşerimiz Prof. Durmuş Günay tarafından hazırlanan ve neden aleyhe oy verdiğini izah eden ‘karşı oy yazısı’ basında ilgi odağı olup tartışmalara önemli doneler sundu. Bu yazısında Sayın Günay Kindi, Farabî, İbn Sina, Gazali ve İbn Rüşd gibi mütefekkirlerimizden yaptığı alıntılarla din-felsefe ilişkisi konumuzda ki müktesebatımıza göndermede bulunarak aklın önemine değiniyordu. Konusu  “varlık” olan gerek din ve gerekse felsefenin, her ikisinin de amacının “ hakikat” bilgisine ulaşmak olduğunun altını çiziyordu. Özellikle şu cümlesi bence son derece çarpıcı bir içeriği taşımaktaydı.

            “Küresel Dünya’da İslam Bilginleri sadece Müslümanlar ile konuşmak değil, bütün inanç sahipleri ile konuşmak, tebliğ etmek ve tartışmak durumundadır”

            Ben yaşanan tartışmaları, tarafını belirlemiş bir şekilde izlerken son günlerde, kanaatimi korumakla birlikte konumumda biraz değişmenin olduğunu hissettim, bunu da yapılan tartışmanın bereketine bağladım.

            Bu hususu sizlerle paylaşmadan önce, birkaç kez severek izlediğim bir filmin beni çok etkileyen üç sahnesinden bahsedeceğim. Filmin ismi: Ölü Ozanlar Derneği. İngiltere’de geçmişi olan bir koleje atanan edebiyat öğretmeni ile öğrencileri arasında geçen olaylar filmin konusunu oluşturuyor.

            Unutamadığım ilk sahne: öğretmen girdiği ilk derste öğrencilerinden edebiyat kitaplarının başlangıç sayfalarını yırtmasını ister. Talebeler şaşkındır. Fakat hocalarının ısrarı üzerine sıralardaki talebeler hep birlikte kitaplarını çıkarıp bildirilen sayfaları yırtıp çöpe atarlar. İkinci sahne ise çekingen bir talebenin tahtaya çıkıp da konuşamaması üzerine hoca yanına gelir ve elleri ile çocuğun gözlerini kapatarak içinden geldiği gibi konuşmasını ister. Talebe önceleri bocalar ve anlamsız bazı cümleler kursa da sonradan açılır ve ağzından çok güzel cümleler dökülmeye başlar. Üçüncü sahnede ise bütün talebeler tek sıraya dizilip sıra ile evvela hocalarının sandalyesine basar ve masanın üzerine çıkarak sınıfı izler ve aşağıya atlayarak sıralarına otururlar.

            Daha sonra hoca yaşanan bu olayların sebebini talebelerine anlatır:

            İlkini ‘yırttığınız sayfalar kitabın yazarının edebiyat hakkındaki görüşleri idi, ben istedim ki yazar sizi etkilemesin ve edebiyat hakkında sizler kendiniz görüş sahibi olunuz ‘diyerek açıklar. Hoca burada talebelerinin her birerinin kendi özgün görüşlerini oluşturma yeteneğini geliştirmeyi amaçlamaktadır. Bununla birlikte yaşanan bu olayın, geleneği yüzyıllara uzanan bir okulda yaşandığı gerçeği asla unutulmamalıdır.

            İkinci sahnede insanın iç dünyasına dönüp kendini dinlediğinde ne denli zenginliklerle karşılaşılacağı hususu vurgulanmaktadır.

            Üçüncü sahnede ise bir olaya değişik açılardan bakabilmek alışkanlığının önemi öğretilir. Gerçektende kamera masa üzerinden yani yukarıdan çektiği karede, aynı sınıf diğer zamanlarda göründüğünden daha değişik görülmektedir.

            Tekrar konumuza dönecek olursak, yapılan tartışmalarda benim ulaşabildiğim iki yazar olaya farklı açılardan bakabilme zevkini bana yaşattı.

              Devam edeceğiz,inşallah.