Mühim ve müdhiş bir sual: 
Neden ehl-i dünya, ehl-i gaflet, hatta ehl-i dalalet ve ehl-i nifak rekabetsiz ittifak ettikleri halde; ehl-i hak ve ehl-i vifak olan ashab-ı diyanet ve ehl-i ilim ve ehl-i tarikat, neden rekabetli ihtilaf ediyorlar?

İttifak ehl-i vifakın hakkı iken ve hilaf ehl-i nifakın lazımı iken, neden bu hak oraya geçti ve şu haksızlık şuraya geldi?

Elcevab; Ehl-i hakkın ihtilafı hakikatsızlıktan gelmediği gibi, ehl-i gafletin ittifakı dahi hakikatdarlıktan değildir. 

Belki ehl-i dünyanın ve ehl-i siyasetin ve ehl-i mekteb gibi hayat-ı içtimaiyenin tabakatına dair birer muayyen vazife ile ve has bir hizmet ile meşgul taifelerin, cemaatlerin ve cem'iyetlerin vazifeleri taayyün edip ayrılmış. Ve o vezaif mukabilindeki alacakları maişet noktasındaki maddi ücret ve hubb-u cah ve şan ü şeref noktasında teveccüh-ü nastan alacakları  manevi ücret taayyün etmiş, ayrılmış.Müzahame ve münakaşayı ve rekabeti intac edecek derecede bir iştirak yok. Onun için, bunlar ne kadar fena bir meslekte de gitseler, birbiriyle ittifak edebilirler. 

Amma ehl-i din ve ashab-ı ilim ve erbab-ı tarikat ise, bunların herbirisinin vazifesi umuma baktığı gibi, muaccel ücretleri de taayyün ve tahassus etmediği ve herbirinin makam-ı içtimaide ve teveccüh-ü nasta ve hüsn-ü kabuldeki hissesi tahassus etmiyor. Bir makama çoklar namzed olur. Maddi ve manevi herbir ücrete çok eller uzanabilir. O noktadan müzahame ve rekabet tevellüd edip; vifakı nifaka, ittifakı ihtilafa tebdil eder.
 
İşte bu müdhiş marazın merhemi, ilacı İHLASTIR. 

Yani hakperestliği nefisperestliğe tercih etmekle ve hakkın hatırı, nefsin ve enaniyetin hatırına galib gelmekle "Benim mükafatımı vermek ancak Allah’a aittir.” Yunus Suresi, 10:72 sırrına mazhar olup, nastan gelen maddi ve manevi ücretten istiğna etmekle “Peygambere düşen, ancak tebliğ etmekten ibarettir.” Nur Suresi, 24:54 Sırrına mazhar olup.. hüsn-ü kabul ve hüsn-ü tesir ve teveccüh-ü nası kazanmak noktalarının Cenab-ı Hakk'ın vazifesi ve ihsanı olduğunu ve kendi vazifesi olan tebliğde dahil olmadığını ve lazım da olmadığını ve onunla mükellef olmadığını bilmekle ihlasa muvaffak olur. Yoksa ihlası kaçırır.
 
İhtar: Teveccüh-ü nas istenilmez, belki verilir. Verilse de onunla hoşlanılmaz. Hoşlansa ihlası kaybeder, riyaya girer. Şan ü şeref arzusuyla teveccüh-ü nas ise; ücret ve mükafat değil, belki ihlassızlık yüzünden gelen bir itab ve bir mücazattır. 

Evet amel-i salihin hayatı olan ihlasın zararına teveccüh-ü nas ve şan ü şeref, kabir kapısına kadar muvakkat olan bir lezzet-i cüz'iyeye mukabil, kabrin öbür tarafında azab-ı kabir gibi nahoş bir şekil aldığından; teveccüh-ü nası arzu etmek değil, belki ondan ürkmek ve kaçmak lazımdır. 
Şöhretperestlerin ve şan ü şeref peşinde koşanların kulakları çınlasın.

Dip Not :Sahabelerin sena-i Kur’aniyeye mazhar olan isar hasletini kendine rehber etmek, yani, hediye ve sadakanın kabulünde başkasını kendine tercih etmek ve hizmet-i diniyenin mukabilinde gelen menfaat-i maddiyeyi istemeden ve kalben talep etmeden, sırf bir ihsan-ı İlahi bilerek, nastan minnet almayarak ve hizmet-i diniyenin mukabilinde de almamaktır. 

Çünkü, hizmet-i diniyenin mukabilinde dünyada birşey istenilmemeli ki, ihlas kaçmasın. Çendan hakları var ki, ümmet onların maişetlerini temin etsin. Hem zekata da müstehaktırlar. Fakat bu istenilmez, belki verilir. Verildiği vakit de “Hizmetimin ücretidir” denilmez. 

Mümkün olduğu kadar kanaatkarane, başka ehil ve daha müstehak olanların nefsini kendi nefsine tercih etmek,“Kendileri ihtiyaç halinde olsalar bile başkalarını kendi nefislerine tercih ederler.” Haşir Suresi, 59:9 sırrına mazhariyetle, bu müthiş tehlikeden kurtulup ihlası kazanabilir.
Risale-i Nur / İhlas Risalesi / Said Nursi