Ruh, diğer yaratıklar gibi, belli sebeplere bağlı olarak doğan, gelişen ve ölen bir varlık değildir. Bilakis ruh, Allah'ın ilim ve kudretiyle, onun irade ve inayetiyle hiçbir zaman ölmez, sürekli baki kalacak bir özelliğe sahiptir. Ölen yalnız maddi bedenimizdir. Bugün bilimin kabul ettiği bir gerçek de şudur: İnsanların yapı taşları olan hücrelerinin büyük çoğunluğu altı ayda bir ölüyor, yerine başkaları gelip yerleşiyor.

Altı senede ise, -sinir ve beyin hücreleri dışında- bütün hücreleri ölüp gidiyor ve yerlerine başka hücreler geliyor. Bu gerçek, öldükten sonra yeniden dirilmenin açık bir delili olduğu gibi, ruhun ölmeyip hep yerinde durduğunun da bir belgesidir. Çünkü, bu hücrelerin adeta ölüp dirilmeleri, gel-git yaptıkları bir sabit merkezin olmasını gerektirir. Bu ise ruhtan başkası değildir.
 
Kur'an-ı Kerim'de "iki ölüm ve iki diriliş"(Ğafir, 40/11)'ten söz edilmektedir. İslam alimlerinin büyük çoğunluğu, bunları: Yaratılmadan önceki durumu ile, yaşadıktan sonra meydana gelen bildiğimiz normal ölümü, iki ölüm; ilk defa var olmak ile, öldükten sonraki dirilmeyi de iki hayat olarak değerlendirmiştir. (bk. Razi, XXVII/37).
 
Buna göre, ruh vücuda girmeden önce de, bedenden çıktıktan sonra da insan ölü sayılmaktadır. Ruh girdikten sonraki hali ise canlı olarak anılmaktadır. Bu ise, maddi hücrelerin dışında, biyolojik hayatın da kendisine bağlı olarak geliştiği bir dinamiğin varlığını gerektirmektedir ki, bu da ruhtur. 
 
Beden ruhun çıkmasıyla ölür. Ruhtan çıkacak bir şey yok ki, onun çıkmasıyla ölmüş olsun.
 
Alem-i emirden olan ve milyarlarca senden beri devam eden kainattaki cari olan diğer kanunlar gibi, ruhun da baki olacağının göstergesidir. 
 
Bu kanunlar, şuursuz ve harici vücutları olmadığı halde, yüce Yaratıcı tarafından bir nevi bekaya mahzar kılınmışsa, hem şuurlu, hem harici vücut giydirilmiş bir emri kanun olan ruhun onlardan daha fazla bekaya mahzar olma kabiliyeti ve istihkakı vardır.(bk. Sözler, 29.Söz. s. 518).
 
"Külli nefsin zaikatü'l-mevt", yani "Her nefis ölümü tadacaktır." mealindeki ayet Kur'an'da üç surede geçmektedir.
(bk. Al-i İmran, 3/185; Enbiya: 21/35; Ankebut, 29/57)

Bu ayetlerde "nefis", insanın ruhunu ifade etmektedir. Çünkü insan bedeni ölür, ama ruh ölmez. Beden mürekkeptir, yani birçok zerrelerden, moleküllerden, hücrelerden, organlardan vs. yaratılmıştır.

Bu sebeple değişmeye ve sonunda bozulmaya mahkumdur. Ama ruh ise basittir; birleşik değildir. Bu yüzden de çürümeye, bozulmaya maruz kalmaz. Ruh adeta beden evininin misafiri konumundadır. Ev yıkıldığında misafir de kendisine başka bir yer bulur. Orası ise ruhlar alemidir. Buna göre ölüm, ruhun bedenden ayrılmasını ifade ediyor. 
 
Ayrılık bazen acıdır, bazen de tatlıdır. İnsan eğer bir mekandan ayrılıp başka bir yere taşınırken sevdiği kişilerin yanına gittiğini düşünürse, bu ayrılık onu acısıyla yakmaz, tam aksine sevindirir. Çünkü bu gerçekten bir ayrılık değil, bir kavuşmadır, visaldir. O halde ruh ayrılığın tadını tadar. Eğer ölümün bir visal, bir kavuşma olduğunu düşünürse, bu ona tatlı, ölümün ebedi bir ayrılık olduğunu düşünüyorsa bu ona çok acı gelir.
 
Razi de; "Her nefis ölümü tadıcıdır." ayetini tefsir ederken, bedenin fani, ruhun baki olduğuna dikkat çekmektedir. Çünkü bir şeyi tadanın onu tadarken var olması gerekmektedir. (Razi, Tefsiru Kebir, VII, 253.) 
 
Sonuç olarak bütün ruhların ölümü tadacaklarını ihtar eden ayetler, bir açıdan insanı insan yapan unsurun, insanın bedeni değil ruhu olduğu gerçeğinin vurgulanmasıdır. Bu anlamda ölen, yani fonksiyonunu icra edemez hale gelen bedendir; ruh ise devamlıdır, bakidir ve ölümü tadandır. Zaten ölüm denilen şey ruhun bedenden ayrılması, mekan yenilemesi, hayat görevinden paydos ve baki bir hayatın başlangıcından başka bir şey değildir.
 
Her nefis (canlı) ölümü tadacaktır, Ayetiyle ilgili Hamdi Yazır'ın açıklamaları şöyledir:
 
Her nefis (canlı) ölümü tadacaktır. (Yani herkes ölecektir) Nefs, zat ve ruh manalarına geldiği için, bundan bazı kimseler ruhun ebedi olduğu manasını anlamışlardır. Çünkü tatmak, bir hayat eseridir. Ve zevk anında tadıcının baki (ebedi) olduğunu anlatır, yoksa zevk tasavvur olunamaz.

O halde mana: "Her nefis bedeninin ölümünü tadacaktır." demek olur. Bu da nefsin, bedenden başka olduğunu ve bedenin ölümüyle onun ölmeyeceğini anlatır. Şu halde ölüm zorunluluğu cismani hayata mahsus olup, mücerred (soyut) ruhların yok olmadığını söylerler.

Ve ahiret meselesini bu şekilde ruhun ebedi oluşuna dayanan ruhani (ruhlara ait) bir hayat tasavvur etmişlerdir. Fakat diğer taraftan bir çok tefsirciler ve bilginler demişlerdir ki, bu şekil yorum, bir zorlamadır. Zaikatü'l-mevt demek, ölecektir demek olduğu açıktır. Belli ki tadan kim ise, ölen o olacaktır.

Evet, bedenin ölmesiyle nefis ve ruhun büsbütün yok oluvermeyip bir müddet kalabileceği diğer delillerden açıkça anlaşılıyor ise de, genelde ruhların ölmedikleri davası ne aklen, ne de naklen zorunlu olarak sabit değildir. Önce "zaikatü'l-mevt", herhalde, tadan nefsin ölümünü ifade etmektedir. Rivayetler de bu manayı göstermektedir. 
 
Rivayet olunuyor ki, ne zaman "Yeryüzündeki her canlı yok olacak." (Rahman, 55/26) ayeti indi melekler, yeryüzündekiler öldü dediler. Sonra "Küllü nefsün zaikatül mevt" indiği zaman biz de öldük dediler. "Küllü nefsün zaikatül mevt" Ruhların ölümünü de ifade etmeseydi, meleklerin ölümünü de anlatmazdı ve melekler için ölüm ve yok olma düşünülünce, beşer ruhları için de düşünülmesi gerekir. Ancak "Küllü nefsün zaikatül mevt" genel hükmünün de umumi üzere cereyan edemeyeceği de hatırlatmaya değer görülmüştür.

Çünkü "Allah'ın diledikleri hariç olmak üzere, göklerde ve yerde kim varsa hepsi düşüp ölmüş olacak." (Zümer, 39/68) ayetinde Allah Teala'nın diledikleri, bu genelden hariç tutulmuşlardır. Buna göre göklere ait olsun, yere ait olsun, gerek melekler ve gerek bütün nefisler yanında ebediyete kadar ölmeyecek olanlar da bulunabilecektir. İşte İslam alimlerinin çoğunluğunun görüşleri budur. Özetle ruhun ebedi oluşu inkar edilemez.

Ve fakat umum için zorunlu değildir. Dinin ve ahiretin imkanının, mutlak olarak, ruhların ebediliği nazariye (teori)sine dayanması da zorunlu değildir. "Kıyamet" kelimesi de tamamen yok oluşu ve ondan sonra kıyam (öldükten sonra dirilme), neşr ve haşr (dağılıp, toplanmay)ı ifade eder ki, ölüm ve öldükten sonra dirilme, özetle ahiret inancı, bir ebedi olma inancıdır. Fakat bu ebedilik, ilk oluşum değil, ikinci oluşumdur. 
 
Evet her nefis ölümü tadacak; dünyanın ne üzüntüsü, ne sevinci hiç biri kalmayacak, ve sevaplarınızın size tam olarak ödenmesi de ancak kıyamette olacaktır. Dünyada iyi veya kötü bütün çalışmaların sevap veya cezasını yine dünyada elde etmek mümkün değildir. Mesela şehidlerin kanlarıyla kazanılan savaşların başarı meyvelerinden o şehidlerin dünyada istifade etmelerini düşünmek tenakuz (çelişki) olur ki, bütün faziletler de böyledir.

Gerçi dünyada hiçbir ücret verilmez de değildir. Burada da bazı çalışmaların karşılığının alındığı da vardır. Fakat bu dünyada sonuç, ölüm ve yok olmak muhakkak bulunduğu için; gelen herhangi bir menfaat ve tad, kesilme ve sona erme korkusuyla karışık ve muhakkak gam ve kederle sarılıdır. Gamsız sevinç, korkusuz eminlik, ıstırapsız lezzet, kesintisiz ebedi saadet kıyamet gününde hasıl olur.

Hamdi YAZIR, Kur'an-ı Kerim Tefsiri
Kaynak : Sorularla İslamiyet