Sahibi olduğu bir kanaat vardır: Nietzsche'yi anlamadan bugünkü Batı’yı, Hıristiyanlığı bilmeden de Nietzsche'yi anlamak mümkün değildir.
 
Ancak bu ifademden, Hıristiyanlık inancı Nietzsche düşüncesi-Günümüz Batı Dünyasının, halkaları biri diğerini takip eden bir sebep sonuç zinciri olduğunu kast ettiğim anlaşılmamalıdır. Bunlardan ilki ile sonuncusu arasında pekâlâ bu anlamda bir ilişki kurulabilecekken, Nietzsche için aynı şeyi söylemek mümkün değildir.
 
Peki, o zaman Nietzsche'nin bu formülde yeri neresidir? Bence Nietzsche yukarıya asılmış bir meşale mesabesindedir. Bu meşale yakıtını geçmişten yani Hıristiyanlıktan alır. Lakin bu etkileşim, olumlu değil olumsuzdur. Hıristiyanlığın hayata ve insana yaklaşımındaki çarpıklığı ile öğretisindeki saçmalığı, Nietzsche'yi son derece rahatsız eder. Yaşadığı bu rahatsızlığın kendisine vermiş olduğu itki daha doğrusu tiksinti ile de felsefesini oluşturur.
 
Oluşan düşüncenin ışığı o kadar güçlüdür ki, günümüz Batı Dünyasının adeta röntgenini çeker ve derinlerdeki öldürücü hastalığı teşhis eder.
 
Hastalık vücudun en derin yerlerinde olduğu gibi aynı zamanda çok uzun bir geçmişe de sahiptir.
Bu ölümcül hastalığın ismi nihilizmdir... Latincede nihil "hiç" demek; nihilizm de "hiççilik".
 
Nietzsche düşünsel sermayesini antikiteye borçludur. İlhamını eski Yunan düşüncesinden alır; fakat bu Sokrates öncesi Yunan düşüncesidir. Özellikle Herakleitos ve onun "oluş" düşüncesi, düşünürümüzün adeta doğması niteliğindedir.
 
Peki, o zaman oluş nedir: En kestirme ifadesiyle yaratılmış olmamaktır.
 
İlk bilginin yani o doğuştan gelen "tanrı" fikrinin bir takım düşünsel çabalarla kazınması ve yok edilmesi ameliyesidir. Felsefe marifetiyle elimine edilmesi gayretkeşliğidir.
 
Fakat yine de var-olmayı, yani varlık olmayı, daha kapsayıcı bir ifadeyle evren içerisinde bir şekilde mevcut olmayı sorun edinen bir düşüncenin mahsulüdür "oluş" fikri.
 
Var-olmayı hiç sorun edinmeden teğet geçenlerde yok değildir. Mesela Heidegger; o dünya içinde karşılaşılan bütün nesneler için "önümüzde-hazır-varlıklar" der ve bir anlamda kestirir atar.
 
Peki ya insan? Heidegger insan içinde farklı düşünmez. Orada ki insan, herkes içerisinde birisi olan insan için o "Dasein" der. Dasein, elbette kendini kendisi için konu edinir ama bu konu edinme hali hep ileriye yönelik "olmak" için konu edinmektir. Varoluşunu kurma kaygısıdır.
 
Diğer bir ifadeyle Heidegger'e göre Dasein/orada insan, Varoluşunu kurarken, var-oluşunu hiç sorun etmemektedir. Yani kendisini kendinde var etmektedir. Kendinde mevcut ve hazır bulduğu olanakları içerisinden yine kendisi için seçim yaparak varoluşunu inşa etmektedir.
Tamamda, ya o kendisini kendinde var ederken bulmuş olduğu o "kendi" nedir? Heidegger için oda bir "önümüzde-hazır-varlık "tır.
 
Ne hoş değil mi? Âdeta bir heykeltıraşın hazır bulduğu alçı vasıtasıyla sanatını icra etmesi gibi, insanda fizyolojik, psişik ve biyolojik yapısını/potansiyelini, yani kendini hazır bulmuş ve bu "önümüzde-hazır-varlık" ile kendisini inşa etmiş veya varoluşunu kurmuştur.
 
Önümüzde-hazır-bulduğumuz bütün bu varlıklar ve hatta kendi mevcudiyetimiz, neden düşünsel sorun haline getirilmemektedir? Evrende var-oluş yani mevcut olmak hali, neden düşünceye konu edinmeden amiyane bir tabirle es geçilmektedir?
 
Burada bir eksiklik bir nakısa yok mudur?
 
Yaşam Felsefesinin düşünürü olan Nietzsche bu sorunu "oluş" fikri ile aşmaya çalışmıştır.