Birkaç hafta önce mecliste, faizsiz bankacılık sistemiyle ilgili kanunların görüşülmesi sırasında, muhalefet partilerin milletvekilleri görüşülen yasanın şeriata uygun yasalar olduğu dolayısıyla laik cumhuriyete aykırılık teşkil ettiğini beyan ederek hırçın ve öfkeli bir şekilde itirazda bulundular. İktidar partisi milletvekilleri de, çekingen ve ezik bir üslupla, maddelerin laikliğe aykırı olmayacak şekilde hazırlandığını, şeriat niteliği taşıyacak maddelerin ayrıştırılıp koyulmadığı şeklinde savunma yaptılar.

Bunları takip ederken, zihnimde Kurtuluş Savaşı ve cumhuriyetin ilk kuruluş dönemi canlandı.

.....

1.Dünya Savaşı’nda yorgun düşmüş Anadolu insanı, savaşın kaybedilmesiyle, topraklarının işgal ve istilaya maruz kalması karşısında tekrar bir gayretle İstiklal mücadelesini vermiştir. Varını yoğunu, özgürlük ve kurtuluş için ortaya koyan Anadolu insanı, sonuçta binlerce şehit vererek, İslam topraklarının özgür kalmasına vesile olmuştur.

İslam topraklarının küffarca işgal edilmesine son verilmesinden sonra, kurtuluş mücadelesini vermiş kişiler ve milletçe alkışlandığı üzere meclisçe 29 Ekim 1923 tarihli “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun bazı maddelerin değiştirilmesine dair kanun” ile yönetim şeklinin cumhuriyet olduğu ilan edilmiştir.

Peki, bu ilan edilen cumhuriyet nasıl bir cumhuriyettir? İslami bir cumhuriyet mi yoksa seküler laik bir cumhuriyet mi?

Bu sorunun cevabı çok nettir. 29 Ekim 1923 tarihli kanunla Teşkilat-ı Esasiye Kanunun (ki anayasa niteliğindedir) 1. maddesine “Türkiye Devletinin şekli hükümet-i cumhuriyettir.” ifadesi eklenirken, bu cumhuriyetin niteliğini ifade eden 2.madde olarak da “Türkiye devletinin dini İslam’dır. Resmi lisanı Türkçe’dir” ifadesi konulmuştur.

Bir yıl sonra hazırlanıp ilan edilen ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk anayasası olan 1924 anayasasında da 1. ve 2. maddedeki bu temel kurucu kaideler, aynen ifade edilerek, tüm dünyaya ilan edilmiştir.

Her ne kadar cumhuriyet ilan edilirken bir kısım yöneticilerin amacı bu olmasa da (daha sonra yaşanılacak olan süreçten bunu anlıyoruz), cumhuriyetin niteliğinin İslami olması kadar doğal bir şey olamazdı zaten. Çünkü İstiklal mücadelesi sonrası kurulan cumhuriyetin, İslami nitelikli olması dışında, bir alternatifi o toplumun ve meclisin kabul edebilmesi mümkün mü?

Anadolu insanının, İslam toprakları olarak fethedilmiş ve yüzyıllardır İslam toprakları olarak hayat bulan yurtlarının, küffar tarafından işgal edilmesine karşı, başka hangi saik ve düşünceyle, inançla varını yoğunu ortaya koyarak, karşı koyması beklenebilir ki?

İstiklal şairi savaşın en hararetli zamanında meclis kürsüsünden ne diyordu? “Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin İstiklal

Ölümüne mücadele eden insanlara, “Bu savaştan sonra, laik nitelikli bir idare kuracağız, savaştığınız bu batılı milletlerin kanunlarını, kültürünü, yaşam biçimlerini alacağız. Sizi İslam şeriatıyla değil bu savaştığınız insanların kanunlarıyla yöneteceğiz” diyebilir miydiniz?

Diyemezdiniz ve dolayısıyla İslami nitelikli cumhuriyet alkışlarla kuruldu.

…..

1925 yılından itibaren cumhuriyetin İslami niteliğine aykırı hukuki düzenlemeler başlıyor. Öncelikle Avrupa devletlerinin Hıristiyan kültüründen neşet etmiş kanunları (İsviçre’den medeni ve borçlar hukuku, İtalya’dan ceza kanunu vs. gibi) aynen tercüme edilerek, Müslüman bir topluma “Bundan sonra sizin kanunlarınız bunlardır” deniliyor.

Bin yıllık Anadolu Müslüman toplumunun daha önce hiç düşünmediği, karşılaşmadığı bir durumdur bu.

Aynı zamanda bu vakıa hukuki olarak da; hem İslam hukukuna hem de kurucu anayasanın ilkelerine de aykırıdır. Çünkü cumhuriyetin, temel ilkelerinden ikinci maddesinde, “Devletin dini İslam” olarak beyan edilmesine rağmen, Hıristiyan toplumların siyasi ve hukukçularınca kendi toplumları için hazırlanan kanunlarının bir Müslüman topluma uygulanması, İslam hukukunun şer’ilik ilkesi gereği mümkün değildir.(Islam toplumunda hukukun Kuran ve sünnete dayanması gerektiği ilkesi). İslam şeriatından neşet etmemiş medeni, borçlar, şahsın, ceza vs. kanunların Müslüman topluma uygulanması, İslam dinin şer’i emredici kurallarına aykırı olacaktır. Dini İslam olan bir topluma ancak İslam hukuku yani İslam şeriatı uygulanması gerekir.

Anayasada devletin dini İslam olarak tespit edildiğinden, uygulanacak her kanunun İslam şeriatından neşet etmiş olması ve ona uygunluğu aranacaktır.

Batıdan tercüme kanunların dini İslam olan cumhuriyette kabul edilmesi, şer’ilik ilkesi gereği mümkün olamayacağından ve yasaların anayasaya aykırı olamayacağı genel hukuki kaidesince, bu vakıa anayasaya da aykırılık teşkil eder. Hukuk devletinde böyledir.

…..

10 Nisan 1928 yılında, anayasada yapılan değişiklikle, 2. maddede yer alan cumhuriyetin temel niteliği “Devletin dini İslam’dır” maddesi iptal ediliyor.

1937 yılına gelindiğinde de Cumhuriyet Halk Partisi’nin programında yer alan altı ok, anayasanın 2. maddesi yapılıyor. Böylece; devletin kurucu niteliklerinden “Dini İslam’dır” 1928 yılında iptal edilip, Cumhuriyet’in ilanından tam 14 yıl sonra, laiklik ilk defa anayasaya eklenerek cumhuriyetin bir niteliği yapılırken, siyasal yapı da (devlet de) bir parti devleti haline dönüştürülüyordu.

Kanaatimce; bu süreci yaşayan o günkü Anadolu insanı, büyük bir hayal kırıklığı içerisinde “Nereden nereye gelindi” demiştir.

…..

1982 Anayasası’nın 4. maddesinde şöyle bir düzenleme vardır; “Anayasanın 1. maddesindeki devletin şeklinin cumhuriyet olduğu hakkındaki hükümle 2. maddesindeki cumhuriyetin nitelikleri ve 3. maddesindeki hükümler değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.”

Bir ülkenin kurucu iradesi olarak kabul edilen, İstiklal mücadelesini vermiş meclisin; savaş sonrası, bir toplumsal sözleşme olarak görülen anayasanın 2. maddesinde belirlediği, en temel nitelik kaldırıp atılırken, yıllar sonra bir darbe neticesi ideolojik bakışla hazırlanmış ilkelerin değiştirilmesinin teklif dahi edilmemesinin deklare edilmesi çelişkisini vicdanlara nasıl izah edeceksiniz? “Ben yaptım, benim yaptığım değiştirilemez” mantığıyla, böylesine buyurgan, iradeleri yok sayan bir anlayışla hazırlanan maddeler nasıl bir toplumsal sözleşme ruhu doğurabilir?

…..

Bugün görüşülen bir yasanın, şeriat yasası olduğu, laikliğe ve cumhuriyete aykırı olduğu itirazında bulunanlar, Kurtuluş Savaşı yıllarında mecliste bulunsalardı ;“Bu yasa şeriat yasasıdır, laikliğe aykırıdır, cumhuriyete aykırıdır” diyebilirler miydi?

Her düzenlemeyi laiklik üzerinden değerlendirenler bilmeseler de; fani dünyada insanları özgür ve huzurlu kılacak, baki alemde de büyük kurtuluşa ulaştıracak olan doğru yolun, yaşantımızla ilgili her şeyin, laikliğe değil İslam’a aykırı olup olmadığı tartışmasından geçtiğini, bin yıldır bu topraklarda yaşayan Anadolu insanı iyi bilir. Gerisi fasa fiso…