80 DARBESİNDE BİRLİKTE YAŞAMA KÜLTÜRÜ VE MUHSİN YAZICIOĞLU

68’li yıllar gibi Türkiye’nin zihnine kazınan kanlı yıllardan biride 80’li yıllardır. 1980’de yapılan askeri darbe
yakın tarihimizde kara bir leke olarak kalmıştır. Bu yıllarda kardeş kardeşi vuruyor, kimsenin gözü kimseyi
görmüyordu.


1980’e giden süreçte ortamın durumunu Hakkı Öznur şöyle özetliyordu:

-O dönem ölüm kol geziyordu. Namlular kan kusuyordu. Bolşevik terör örgütleri Türkiye’yi kan gölüne
çeviriyordu. Bir tarafta sağ-sol çatışması adı altında akabinde ise mezhep çatışması adı altında Türkiye 12
Eylül’e götürülüyordu.

Ülkenin içine düşürüldüğü kaos adım adım faili meçhul bir fotoğrafa dönüşdü. Neden öldüğünü neden
öldürüldüğünü bilmez hale gelen binlerce genç hazırlanan kanlı senaryonun zavallı piyonları olarak ceza
evlerine toplanmaya başlandı. Takvimler o gün 12 Eylül 1980’i gösteriyordu. Muhsin Yazıcıoğlu ve binlerce
arkadaşı 1980’de yapılan darbenin ardından MHP ve ülkücü kuruluşlar davası sanığı olarak cezaevine
konuldu. Yazıcıoğlu beşbuçuk yılı tek kişilik hücrede olmak üzere yedibuçuk yıl Mamak cezaevinde kaldı.
Mamak günlerini her andığında gözleri buğu buğu oluyordu. Aklına tabutluklar, işkenceler, haksızlıklar en
çok da bir neslin yok edilen dinamizmi geliyordu. Hayatının en değerli yedibuçuk yılını hiçbir suçu olamdığı
halde demir parmaklıklar arkasında işke altında geçirmişti.

Mamak zindanında geçen yıllarını Muhsin Yazıcıoğlu aynı zamanda bir özeleştiri yaparak şöyle anlatıyordu:

–Bir zamanlar okullara sığmadık, mahallelere sığmadık, şehirlere sığmadık, Türkiye'ye sığmadık.
Ama arkasından iki buçuk metrekarelik hücrelere sığdık. Dışarıda birlikte yaşayamayanlar hücrede birlikte
yaşamaya mecbur oldular. Dışarıda yaşamanın yolunu bulamayanlar hücrede birlikte yaşamanın kültürünü
geliştirdiler. Yine Yazıcıoğlu kendi cümleleriyle şöyle dert yanıyordu:


-12 Eylül öncesinde köylere,  şehirlere, Türkiye’ye birbirini sığdırmayanlar, gençlik 2,5 metrekare hücrelere
sığmak mecburiyetinde kaldı. Ülkeyi paylaşamayanlar hücreleri paylaşmak zorunda kaldı. Kavgaları
paylaşamayanlar bu defa işkenceleri paylaştı. Ben Dev Genç Genel Başkanı ODTÜ'lü Mehmet Ali Yılmaz ve
Dev sol yöneticileriyle 2,5 yıl aynı hücreyi paylaştım. Yeni gençliğe tavsiyem şudur. Kini, nefreti, cezaevi
hücrelerini paylaşmak yerine ülkenin nimetlerini paylaşmak lazım. Onun için farklı olacağız ama bir arada
yaşayacağız. Aykırı düşünüyor diye karşımızdakini yok etmeye çalışmayacağız.


Cezaevi günleri bittikten sonra ise siyasete devam etti. Kendine has sakin üslubuyla görüşlerini savundu.
Aşırılıklara, taşkınlıklara ise asla prim vermedi. Ülkesinin bir zamanlar yaşadığı acıları düşünerek bunların
bir daha yaşanmaması için aleyhinde cereyan eden durumlarda bile sükunetle davranmayı tercih etti.
Çünkü bir zamanlar işkencelerin en ağırını o tatmıştı ve artık ülkesinin üzerine her zamankinden daha fazla
titriyor ve milletine karşı siyasi bir sahsiyet olarak daha dikkatli yaklaşması gerektiğini biliyordu. Şimdi
birlikte yaşamanın kültürünü geliştirenlerdendi O.  Muhsin Yazıcıoğlu; kardeşliğin, birlikteliğin ve biarada
olunabileceğinin farkına daha iyi varanlardandı.


Yazıcıoğlu, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül 28 Şubat gibi birlikteliği kesintiye uğratan darbe günlerine karşı
olduğunu özellikle vurguluyordu. Temel insan haklarının ve ortak paydada kardeşçe hep beraber ve birlikte
yaşayabilmenin yanında olmak zorunda olduğumuzu belirtiyordu. Anadolu insanına çok büyük hürmet ve
muhabbetle bakardı. Benim Anadolu insanım da devletin kapısında adam muamelesi görsün, itibar görsün
diyordu. 31Mart 2009'daki cenaze merasiminde Türkiye'nin her ikliminden yaklaşık 1 milyon Anadolu insanı
bu yiğit adamı özlemini çektiği sonsuzluğa uğurlamıştı. Zaten O da "Ey sonsuzluğun sahibi sana ulaşmak
istiyorum." diyordu. Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun. Vefatının üzerinden 9 koca yıl geçti.
Rahmet, minnet, özlem ve dualarla anıyoruz.

FARUK GÜNDÜZ

[email protected]