17.08.2009 TARİHLİ “SABAH AKDENİZ” EKİNDE “ÖZYÜREK’İN ATATÜRKÇÜLÜĞÜ” BAŞLIKLI  YAZISI İLE  ADD Yİ KARALAMAYA KALKIŞAN ŞAKİR AKSÖZ’E YANITIMIZDIR.

 Sn. Aksöz

  1. Öncelikle bir konuyu aydınlatalım. Yazınızda;

“Bugüne kadar Isparta için Türkiye için ne ürettiler? Hangi pro­jeyi milletin önüne koydular? Atatürkçülük onların anladığı şekilde sadece eleştirmek midir? Kesinlikle hayır.” Diyorsunuz.

Belirtmeliyim ki biz ADD Tüzüğüne göre çalışan bir derneğiz.”Keşke bu Tüzüğü bir kez olsun elinize alıp okusaydınız!!!” Tüzüğümüzün Derneğin amaçlarını açıklayan 4. Maddesi aynen şöyledir.   “Derneğin amacı; Atatürk'ün önderi olduğu Türk Devrimi'ni ve bu Devrimin temelini oluşturan başta Altıok,  Atatürk ilkelerini her alanda ilerlemeye açık ve sürekli geliştirici nitelikteki düşünce sistemini, Devrimin bugünkü sonuçlarını ve yarınlara uzantılarını,Atatürk'ün düşüncelerini, davranışlarını, savaşımlarını ve yapıtlarını inceleme, araştırma konusu yapmak, bunlara karşı girişim, adım ve akımlarla yasalar çerçevesinde düşün savaşımı vermektir.”

Demek ki neymiş “yasalar çerçevesinde düşün savaşımı vermek

Biz Devlet gücü kullanmıyoruz. İş adamı değiliz. Vali ya da Belediye Başkanı da değiliz. Biz bir düşünce kuruluşuyuz.  Ve “yasalar çerçevesinde düşün savaşımı vermek” görevimizi de eksiksiz yerine getiriyoruz. Bu konuda bir eksikliğimiz, yanlışımız olursa bizden bu hesabı sizin gibi “dışarıdan gazel okuyan” lar değil, ADD Genel kurul üyeleri ve ADD Genel Merkezi sorar.

   Şimdi gelelim yazınızdaki  “Kalkınma Ajansları” na veya “İhanet Ajansları”na

Sn Aksöz; Yine Tüzüğümüzün amaçlar bölümünden bir alıntı yapalım.

 “d) Ulusal egemenliği tam olarak gerçekleştirmek, Ulusu tam bağımsızlık ilkesi uyarınca usa, bilime ve barışseverliğe öncelik vererek Atatürk'ün amaçladığı çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarmak için gerekli çalışmaları yapar.”

 Demek ki ADD nin iki temel, vazgeçilmez, ödün verilmez ilkesi var. “Ulusal egemenlik” ve “Tam Bağımsızlık

1- Bölgesel Kalkınma Ajansları kanunu “Türkiye'nin toprak bütünlüğünü zedeleyeceği” gerekçesiyle Ana Muhalefet Partisince Anayasa Mahkemesi'ne götürülmüştür.  Neden götürülmüş Anayasa Mahkemesine? “Türkiye'nin toprak bütünlüğünü zedeleyeceği” gerekçesiyle. Demek ki “Toprak Bütünlüğü” bozulacak kaygısı yalnız bizim değil kimi siyasi partilerinde kaygısı.

2-  Kalkınma Ajanslarına temel oluşturan girişim Türkiye’nin 15 Ağustos 2000 tarihinde imzaladığı             kamuoyunda  “ikiz sözleşmeler” olarak bilinen

-                              *“Birleşmiş Milletler Bireysel (Medenî) ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ve *Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi”dir. Sözleşmeler 4 Haziran 2003 günü 4867 ve 4868 sayılı kanunlar ile TBMM’de kabul edildi. Ve yürürlüğe girdi.
“İkiz sözleşme”lerin başından ilk üç maddeyi okumanız bile Türkiye üzerinde ne kadar hain planların yapılmakta olduğunu bizlere göstermeye yeterli.
“Madde:1– Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler.
Madde: 2– Bütün halklar uluslararası hukuka ve karşılıklı menfaat ilkesine dayanan uluslararası ekonomik işbirliği yükümlülüklerine zarar vermemek koşuluyla, doğal kaynakları ve zenginlikleri üzerinde kendi yararına serbestçe tasarrufta bulunabilir. Bir halk sahip olduğu maddi kaynaklardan hiç bir koşulda yoksun bırakılamaz.
Madde: 3– Kendini yönetemeyen ve vesayet altındaki ülkelerden sorumlu olan Devletler de dâhil, bu Sözleşmeye taraf bütün Devletler, kendi kaderini tayin hakkının gerçekleştirilmesi için çaba gösterir ve Birleşmiş Milletler şartının hükümlerine uygun olarak bu hakka saygı gösterir.”

“Türkiye namına AKP hükümeti, bu ilk maddeyi, “çekince” ile karşılamak yerine, şu “beyan”ı sunarak kabul etmiştir: “ Türkiye Cumhuriyeti bu sözleşmeden doğan yükümlülüklerini BM yasası (Charter) (özellikle 1 ve 2. maddeler) çerçevesindeki yükümlülüklerine uygun olarak yerine getireceğini beyan eder.”

İç hukukumuzun da üzerinde yer alan bu sözleşmeler “tüm halklarla, hükümeti olmayan ya da vesayet altında bulunan halkların kendi geleceğini belirleme hakkını” içeriyor.

Amerikan Bağımsızlık Savaşı ve Fransız Devrimi’nden bu yana gerçekleşen burjuva demokratik devrimler, ulusal kurtuluş savaşlarının temel bir ilkesi, “ulusların kendi kaderini belirleme hakkı” idi.  Ne var ki bu ilke 21. yüzyılın başında tersine çevrildi: “Ulus” sözcüğünün yerine “halk” sözcüğü kondu. Uluslara değil halklara vurgu yapıldı (şimdi de “azınlıklar” deniyor!). Hak “Halkların kendi kaderini belirleme hakkı” örtüsü altında, Emperyalizmin Ezilen Dünya’yı köleleştirme hakkına dönüştürüldü. Böylece bir ulus devlette “birden fazla halk”tan söz etmek, dolayısıyla “birden fazla devlet kurma iradesi”nden söz etmek mümkün hale geldi [Mehmet Ulusoy],

3- Sn. Başbakan halka açık konuşmalarında 30’a yakın  “alt kimlikten” söz ediyor. Kalkınma Ajansları Yasasında ise ülke 26 bölgeye ayrılıyor.  Yine yasaya göre temel ilke “Bölgeler arası rekabet” ve “yerellik ilkesi” yani “hizmette halka yakınlık ya da hizmetlerin halka en yakın ve uygun birimler tarafından görülmesi”. 19. yy.da Katolik Kilisesi tarafından ortaya atılan bu ilke yerel cemaatlerin merkezi otoriteye karşı özerkliği ve üstünlüğünü vurgulayan bir ilke. 1990’ların başında Maastricht Anlaşması’yla “yerellik ilkesi” AB’nin temel ilkelerinden biri haline geldi. Yeni üye olacak devletlere de dayatılan şartlardan biri. Batı emperyalizminin “yerinden yönetim” ve “kendi kaderini tayin hakkı” ilkelerini hedeflediği ülkeleri etnik birimlere parçalayıp sömürgeleştirmek için kullandığı iyi biliniyor. Türkiye özelinde bu ilkelerin anlamı çok daha önemli hale geliyor.

4-  “Kalkınma Ajanslarının kurulması” talebi, basit ve öylesine talepler değil... AKP de bu uğurda öylesine çalışmıyor. Bölge Kalkınma Ajansı Kanunu AB’nin Türkiye’ye dayatmalarıyla gündeme geldi. Bu yasaya göre Türkiye 26 bölgeye bölünecek. Bu bölgelerin her biri AB’nin vereceği fonların işletilebilmesi için Bölge Kalkınma Ajansları tarafından idare edilecek. Bu ajansların yönetiminde ise yerel valiler, belediye idareleri, özel şirketler ve sivil toplum örgütleri görev alacak.

5-                      Bölge Kalkınma Ajansları AB’nin Türkiye’ye nüfuz etmek için en önemli araçları olarak önümüze sürüldü.  Örneğin artık güneydoğu bölücü akımın ele geçirdiği belediyeler “İkiz Sözleşmeler”in kendilerine sağladığı ayrıcalıklı yetkiler ve Bölge Kalkınma Ajansları sayesinde doğrudan AB’yle organik ilişki içine girebilecekler. Devletin bütçesinden ayrı olarak “bölgesel idarelerin” AB tarafından oluşturulan ve denetlenen bağımsız bütçeleri oluşacak. Brüksel’e bağlı eyalet devletlerine giden bir adım daha böylelikle atılacak.

6- Böylelikle kamu yönetiminde tasfiye edilen ulusal devletin idare yetkisiyle birlikte, kamu ekonomisi ve devletin stratejik kararlar alma olanağı da ortadan kaldırılmış olacak. Kurulmaya başlanan bölge (istinaf) mahkemeleri, hazırlanan Özel İdare, Büyükşehir ve Belediye Kanunları da yasalaşınca şehir devletlerine veya federasyona  giden yolda çok az mesafe kalacak.

7- Türkiye’nin federatif bir yapıya bürünmesi, sadece ülkemizi zayıflatacak bir gelişme veya Cumhuriyet’in ilkelerinden biraz daha taviz verilmesi olarak algılanmamalı. Çünkü tercih Türkiye’nin federasyon olması veya üniter yapısının korunması arasında değil. Tercih devletin ve ulusun varlığını devam ettirmekle ilgili.

8- Mahalli kimliklere parçalanan ulus ve mahalli idarelere parçalanan devletin bir gerçeklik temeli kalmaz. Zaten Türkiye’dekiler dâhil dünyada emperyalizm tarafından desteklenen ayrılıkçı hareketlerin hepsi ilk aşama olarak federasyon istediklerini söylüyorlar. Çünkü bir kere özerk yönetime kavuşulduğunda, zaten özerk yönetimin bağlandığı merkez Batı emperyalizmi oluyor. Merkezi ulusal devlet ortadan kalkmış oluyor.

9- AKP’nin dayandığı güç(AB-ABD) Türkiye’nin Anayasal düzenini hedef aldığını açıkça belirtiyor. Oostlander’in “Türkiye’nin Kemalizm’e ve milliyetçiliğe dayanan Anayasası’nı tamamen çöpe atıp, Kopenhag Kriterleri’ni Anayasa olarak alması” önerisi aslında uygulanıyor. Avrupa Konseyi Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın merkeziyetçilik ilkesinin (yani devletin üniter yapısının) değiştirilmesi yerine “yerellik ilkesi”nin getirilmesini önerirken AKP’nin yol haritasını çizmiş oldu.

10- Ulusal egemenlik ilkesi ve ulus bilinci Türkiye’nin kendi tarihsel gerçekliği içinden çıkmış, emperyalizme karşı savaşla elde edilmiş devlet dayanaklarıdır. Bu dayanaklar ortadan kaldırıldığında Türk devleti federasyon bile olamadan yıkılır.

11- Kaldı ki AB yetkililerinin açıklamaları dikkate alınırsa bu sonuç bir kurgu  değil gerçeğin ta kendisi olarak karşımıza çıkar. AB İlerleme Raporundan bir alıntı yapalım. ''Türk devletinin temel felsefesi olan Kemalizm, Türk devletinin bütünlüğüne yönelik ölçüsüz bir endişe kaynağı oluyor. Kemalizm, Türk kültürünün ve milliyetçiliğinin homojenliği üzerinde duruyor. Devletçilik, ordunun güçlü rolü, dine karşı çok katı bir tavır gibi yaklaşımlara öncelik veren Kemalizm felsefesi, Türkiye'nin AB'ye katılımına köstek oluşturuyor.'' ''Kıbrıs sorununa bir çözüm bulunmasının, Türkiye-AB ilişkileri açısından temel önemde olduğu'' kaydedilen raporda, Türkiye'deki devlet yapısında ''çok kökten değişiklikler yapılması gerektiği'' öne sürülüyor.

12- Yine Avrupa Parlamentosu ve AB yetkililerinden Günter Verheugen : Kürtlere uygun düzeylerde idarî özerklik gereklidir¼ Kürtlere kendi kaderlerini tâyin hakkı verilmeli.” 

13- J. Borrell ise;“Toplumların kendilerini belli bir devlete ait hissetmediklerinde kendi devletlerinin olması konusundaki talepleri doğal ve demokratik bir seçimdir. Türkiye “İspanya modeli”ni benimseyebilir.”

14-  Günter Verheugen, ayrıca Avrupa Parlamentosu’nun şu isteklerini dile getirici imalarda bulundu: Kürtlerin kendi dillerini kullanma ve öğrenme hakkı yeterli değildir. Aynı zamanda uygun düzeylerde idarî özerklik de gereklidir¼ Kürtlere kendi kaderlerini tâyin hakkı verilmeli. Kürtçe ikinci resmî dil olmalı¼ Okullarda Kürtçe eğitim yapılabilmeli.”

15- Sn. Aksöz “uygun düzeylerde idarî özerklik” Kalkınma ajansları ile fazlası ile verilmiş olmuyor mu?  PKK’ya yakınlığıyla bilinen DTP’ nin Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, 19 Ekim 2008 de  Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı açıklamada petrolden pay istemişti.  Bu talep şimdi hükümet tarafından “Kalkınma Ajansları” aracılığı ile yerine getiriliyor.

16- Kalkınma Ajanslarını dayatan AB’nin sözcüleri bu Ajansların ne anlama geldiğini açık seçik raporlarına yazıp, söylerken, Atatürkçülerin susmasını, konuşmamasını yazıp söylemek acaba ne anlama geliyor? Bir kez olsun AB sözcülerinin yukarıdaki “ihanet” önerilerine hayır diyemeyen Aksöz gibileri bunlara “hayır” diyenleri akıl almaz şekilde eleştirmekle kimin veya kimlerin değirmenine sutaşıma görevi üstlendiler doğrusu merak ediyoruz.

17- Sn Aksöz “hani sen bizden daha Atatürkçüydün” AB sözcüleri  “Kemalizm’i endişe kaynağı olarak algılıyor, bundan vazgeçin diyor, bu felsefeyi silin diyor, Kalkınma Ajanslarını derhal uygulayın,  halklara özerklik ve özgürlük verin diyor” . Peki, siz ne diyorsunuz?

18-  Peki, bunca “risk” ne için göze alınıyor? AB den gelecek hibe birkaç milyoncuk Avro için.   Yani  bir yıllık Milli Eğitim bütçemizin %2 si Avro karşılığı, Yetmiş milyonluk koca ülkenin yönetme reflekslerini yok etmeye, Türkiye yi Federasyonlara sürüklemeye değer mi?

19- Sonuç olarak; Bölgeler düzeyinde kurulan “kalkınma ajansları” aynı hedefe 26 ayrı noktadan yürümek üzere kurulmuşlardır. Kalkınma ajansları, birkaç sözde yatırımcının, rakiplerine karşı fark atmaları uğruna, ülkenin illerini birbirine düşürmekten; ülke kaynaklarıyla işgücünü birkaç tekelin kar hırsına araç ederek heba etmekten başka bir sonuç yaratmayacaktır. Türkiye’nin değil, AB’nin ve ABD’nin, kısaca gelişmiş ülkelerin çıkarını gözeten bu modelin kurulmaya başlamadan terk edilmesi gerekir. “Prof. Dr. Birgül A. Güler”

20- Ulusal Egemenliğimize, bağımsızlığımıza, ülkenin tümlüğüne, devletin tekliği, ülkenin birliğine karşı bir “ihanet hareketi” olan “Kalkınma Ajansları”na karşı durmak, gerçekleri halkımıza açıklamak yalnız ADD’ nin değil, Türk olmanın onur ve gururunu taşıyan her yurttaşın ama özellikle basında yazan ve çizenlerin borcu ve görevidir. Tek bir silah bile atmadan, üç beş milyon Avro uğruna ülkeyi AB’li, ABD’li yağmacılara peşkeş çekmeye kalkışmak söylemeye dilim varmıyor ama bu ülkeye ihanetten başka bir şey değildir.

21- Biz Sn Aksöz’ün yazısına temel oluşturan 06.08.2009 tarih ve 48 sayılı Basın Açıklamamızda bu tehlikelere dikkat çektik. Sn Vali ile ilgili tek bir cümlecik bile yoktu. Sn. Aksöz bizim basın açıklamamızı ya hiç okumamış veya bizim yazımızdan anlayabildiği bu!!!  Çünkü biz biliyoruz ki TÜRKİYE’Yİ BU FELAKETE SÜRÜKLEYEN SN. VALİ DEĞİL, SİYASİ İRADEYİ ELİNDE TUTAN AKP HÜKÜMETİDİR. Müthiş bir “zekâ!!! İle durumdan vazife çıkararak AKP’nin İhanet Ajanslarını savunmak adına ADD yi karalamaya kalkışan Sn. Aksöz’ü kınıyoruz.

22- Sn. Aksöz; AKP’ye ülkeyi felakete sürükleme görevi verenler, AKP nin Avukatlığını da üstleniyorlar. Ülkemizde yeteri kadar devşirilmiş, dönme ve hain var. Yani o alanda Kontenjan boşluğu yok. Hevesiniz kursağınızda kalmasın.Önceden uyaralım da, siz yine kendiniz karar verin.

                                                                                                                                       Mahmut ÖZYÜREK

           ADD Isparta Şube Bşk.

 

İşte Aksöz' ün Köşe Yazısı;

Özyürek'in Atatürkçülüğü
 

Son zamanlarda sürekli bardağın boş tarafını gören yazılar yazıyoruz. Ancak şartlar ve olaylar bizi bu noktaya getiriyor. Genel anlamda yapıma ters olsa da yazmak durumundayız.

Daha önce Atatürkçü Düşünce Derneği Isparta Şube Başkanı Mahmut Özyürek ile ilgili görüşlerimizi sizlere aktarmıştık. Özyürek’in düşüncelerinin ve çalışmalarının bize göre yanlışlığını vurguladık. Özyürek’le 1995 yılından bu yana tanışırız. Ancak son yıllardaki Özyürek’i tanıyamıyorum.

Özyürek, klasik bir muhalefet anlayışı taşıyor. Herkesle, her idareciyle neredeyse kavgalı.

Her işe muhalif.

Isparta Valiliğine Ali Haydar Öner atandıktan sonra, Sayın Öner’in Atatürkçü kişiliği konusunda bilgiler aldık.

 Aklıma hemen ADD Başkanı Özyürek gelmişti. Dedim ki:”Tamam Mahmut Özyürek’in kavga etmeyeceği veya uzlaşacağı  bir isim Isparta Valisi oldu.

Galiba bundan sonra sorun çıkmaz. Ama ya yeni Vali ile de sorun yaşarsa ne olacak? O zaman Mahmut Özyürek’in ciddi anlamda kendisini sorgulaması gerekir.”

İkinci şık çıktı. Aradan 8 ay gibi kısa bir süre geçmesine rağmen, Mahmut Özyürek, herkesle kavgalı olduğunu, sorunun kendinden kaynaklandığını ortaya koydu.

Ali Haydar Öner “Atatürkçü Vali” ödülünü alan bir isim. Görev yaptığı illerden, yakın çevresinden araştırın, Atatürkçülüğü konusunda herkesin fikri aynı:”Tam bir Atatürkçü.” Sayın Vali Isparta’daki uygulamaları ve açıklamaları ile de bunu gösteriyor. Atatürkçülük konusunda kırmızı çizgileri var ve kesinlikle taviz vermiyor.

Olaylara yaklaşımı da sağduyulu ve toleranslı. Yani insanları kırmadan, bardak taşmadan ciddi tepki vermiyor. Vali Öner tepki veriyorsa bilin ki iş son noktaya gelmiş, bardak taşmış demektir.

Isparta teşvikteki hayal kırıklığından sonra Kalkınma Ajansı ile moral buldu. Belki ilk etapta Kalkınma Ajansının Isparta’ya neler kazandıracağını vatandaş anlamasa da, önümüzdeki dönemde mutlaka artıları ortaya çıkacaktır.

ADD Başkanı Özyürek, boş durmadı hemen Kalkınma Ajanslarını eleştirdi. Bu eleştiriyi ne adına ve hangi sıfatla yaptı? Atatürkçü Düşünce adına, Atatürkçü Düşünce Derneği başkanı sıfatı ile.

Özyürek, ADD Başkanı olmasa açıklamasının bir değeri yoktu. Ama açıklamayı Atatürkçülük adına yapınca iş değişiyor. Vali Öner:”Hiç kimse Atatürkçülük adına rasgele konuşamaz” tepkisini verdi. Vali Öner son derece haklı. Ki Vali Öner’in Atatürkçülüğü ile Özyürek’in Atatürkçülüğünü tartışmam. Biri gerçekten yaşamış, yaşıyor, diğeri ise (bana göre) sadece ismini kullanıyor, dernek başkanlığı yapıyor.

Atatürkçülük sadece Mahmut Özyürek ve onun gibi düşünenlerle mi sınırlıdır? Veya onların düşündükleri mi Atatürkçülüğü bağlar. Böyle bir şey olabilir mi?

Mahmut Özyürek ve beraberindekilerin açıkladığı fikirler bana göre Atatürkçülük değil, düpe düz Sosyalizmdir. Bu konuyu her ortamda, herkesle tartışırım.

İşin üzücü tarafı Mahmut Özyürek istemediği, karşı çıktığı her şeyi Atatürkçülük adına eleştiriyor ve açıklama yapıyor. Atatürkçülük hiç kimsenin tekelinde değildir, bu kadar önemli bir misyonu düşünceyi bu kadar alakasız ve gereksiz konularda kullanamazsınız.

Atatürkçülük, ilk önce vatanının, milletinin menfaatine olan girişimlere, çalışmalara destek vermektir. Özyürek’e soruyorum: Bugüne kadar Isparta için Türkiye için ne ürettiler? Hangi projeyi milletin önüne koydular? Atatürkçülük onların anladığı şekilde sadece eleştirmek midir? Kesinlikle hayır.

Ama Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı olarak Mahmut Özyürek ne yapıyor? Sadece ve sadece şov. Kendisine daha önceki yazılarımda dernek çalışmaları konusunda bazı sorular sormuştum. Bugüne kadar cevap gelmedi.

Bu kadar idareci insan yanlış, sadece Özyürek mi doğru? Atatürkçülük Cumhuriyetimizin temel taşıdır. Hiç kimsenin Atatürkçülük adı altında kendi fikirlerini gündeme getirmeye hakkı yoktur.

Peki nedir Mahmut Özyürek’in derdi, amacı? Ben bilmiyorum, kendisine sormak lazım. Bırakın ADD büyüsün, üye sayısını artırsın.

Bırakın insanlar Atatürkçü Düşünce Derneğinin kapısından girsin, bilmiyorsa tanısın.

Bırakın insanlar birbiri ile barışık olsun, birbirine Atatürkçülüğü anlatsın. Bugün sıkıntılar insanlarımızın Atatürkçülüğü iyi anlamadığı için yaşanmıyor mu? Peki sizler ne iş yaparsınız? Neden Atatürkçülü insanlara anlatmıyorsunuz? O makamlara neden oturdunuz? Madem ADD Başkanısınız, sizin göreviniz nedir?

Bildiğim tek bir şey var, inancını yaşayamayanlar, inancını temsil edemezler. Az olsun, bizim olsun zihniyeti Atatürkçülük için geçerli değildir, olamaz da. Atatürkçülük az olamaz, kimsenin tekelinde de olamaz.

Atatürkçülük herkesin benimsemesi gereken bir düşüncedir. Sizler de bu kafa yapınızla buna engel olamazsınız.

17 Ağustos 2009, Pazartesi