Isparta Belediyesinin Aralık ayı meclis toplantısında bence son derece anlamlı bir tartışma yaşandı. Olay sadece muhalif iki partinin bir gövde gösterisinden veya mutat atışmalarından ibaret değildi. Siyasi hesaplaşmadan hareketle Türkiye’nin zihinsel haritası faş oluyordu bu minicik tartışmada.
            Havva Saraç isimli bir bayan üye Meclise bir teklif verir. Teklif kısaca şu mahiyettedir: Park, cadde ve sokaklara şehitlerin isimlerinin verilmesi. Mısır’da, Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Arakan’da, Suriye’de özgürlük mücadelesi verirken şehit olan Müslümanların adının konulmasını ister. Mesela Mısır’da darbeciler tarafından katledilen Esma Biltacı’nın, İsrailli komandolar tarafından Mavi Marmara gemisinde şehit edilen Furkan Doğan’ın isimlerini önerir.
            Bu teklif beraberinde itiraz ve tartışmayı getirir. İtiraz edenler “bizim ülkemizde hiç şehit kalmadı mı, Mısır’dan isim arıyoruz?” şeklinde bir gerekçe ile tepkilerini dile getirirler. Devamla da “PKK tarafından öldürülen Astsubay’ın ismini neden vermiyorsunuz?” diye itirazlarının mantığını ortaya koyarlar.
            Evvela bahsi geçen bütün şehitlere Allah’tan Rahmet diliyor ve birini diğerine üstün görmüyorum. Zira bu benim haddim değil, o makamı tayin edecek İrade ben değilim. Âlemlerin Rabbi olan Allah’tır.
            İkincisi ise amacım ne tartışmacıların şahsı nede partileri ile direk veya dolaylı bir şekilde değinide bulunmaktır. Bütün partiler benim nezdim  de Anayasal güvence ile kurulmuş,demokratik hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır.
            Lakin bu minicik tartışma açıkça ülkemizdeki zihinsel haritamızın izlerini taşımaktadır. Sosyolojik olarak iyi bir örnek olduğunu düşündüğüm için tartışmanın üzerinde durmayı istedim. Daha doğrusu, tartışmanın kendisinden ziyade mahiyeti üzerinde tespitlerde bulunmak ihtiyacı hissettim.
            Tartışan taraflar iki ayrı zihni yapılanmayı temsil ediyor; iki tarafta Müslüman; Türklükle de bir problemleri yok, lakin zihin itibariyle bu mefhumlar kavranırken yüklenen anlam ve anlamın Menbaı, en önemlisi ilişkiler türü açısından farklılık var.
Taraflardan ilki Türk kimliğinin; ikincisi ise Türkçü zihniyetin sözcüsüdür.
            Türk; cihanşümul, kapsayıcı, zalime, sömürüye, talana ve en önemlisi küfre karşı kafa tutan kişidir. O taraftır, mazlumdan ve Hak’tan yana taraf.  Dünyanın gidişatına kafa yorar. Dur denmesi gereken yerde de  “dur” der. Doğu’lu halkları etrafına toplayıp Batı’nın saldırılarına karşı askeri ve siyasi önderlik yapar. Yani kuru bir övünme ile avunmaz. Bu Türk’ün kimliğidir; kimlik ise, ancak, toplumlar arası ilişkilerde alınan vazife ve sorumluluk nedeniyle tarih vasıtasıyla edinilir, boş sözlerle değil.
            Türkçülük ise modern bir oluş, ne tarihle ne de Türk kimliğiyle sahici bir bağı yok. Mazisi kısa bir ideoloji; bütün ideolojiler gibi de Batı menşeli. “Ne mutlu”, “dünyaya bedel” gibi duygusal söylem vasıtasıyla tarihin bizlere bahşettiği ‘Türk Kimliğini’ örten ve işlevsiz kılmayı amaçlayan bir kurmaca. Batıcı, laik dahası  dünyanın gidişatı ile hiçbir sorunu yok. Bilakis cephe değiştirmiş bir ‘Türklük’ mülahazası ile gidişata müdahil.
            Bu nedenle dünyaya hâkim olmak, düzen vermek gibi bir kaygısı yok. Diğer ideolojiler Türklere ne kazandırdı ise, bir ideoloji olarak  “Türkçülük” de o kadarını bizlere teklif ediyor.
            İslam birliği gibi ideali olmadığı gibi “Turan” gibi bir hedefi de yok. Yok, çünkü Batı, Doğu’da çıkarlarına engel olacak hiçbir yapılanmaya tahammül edemez. Ne zaman ki Sovyetler Birliği yıkıldı, yani Avrupa diğer bir Batı yapılanması tarafından yöneltilen tehditten kurtuldu, Orta Asya Türklerine dair söylemde cılızlaştı.
            Türk kimliği ise asla laik bir zihniyete sahip olamaz. Çünkü o kimlik, yalnızca Allah’a kul olmayı, başka ilahlar edinmemeyi baş şiar edinmiştir. Ne zaman ki Anadolu Türkler tarafından fethedildi ve İslamlaştı, yani çekirdek anayurt oldu, Türkler Doğu’nun önderi oldular. Etraflarına topladıkları halklar ile Batı saldırılarına karşı koydular. Yani düşmanı hep dışarıda buldular; böylece son derece isabetli bir tavırla asıl rakibe karşı asırlarca yürüttükleri mücadele ile pek çok halkın kalbini fethettiler. Bunun semeresini halen daha tüketiyoruz.
            Türkçüler ise düşmanı hep içeride görerek, yaşanan iç huzursuzluklarda taraf olmak suretiyle istemeseler de sorunun kangrenleşmesine sebebiyet verdiler. Dün sağ-sol kavgasında, günümüzde ise PKK’nın eylemleri karşısında gösterilen yaklaşımın mantığı aynıdır. Dikkat “mantık” diyorum; evet son çatışmada ellerini özellikle olaya bulaştırmasalar da üretilen söylemde aynı başarıyı, maalesef gösteremediler. Açıkçası küresel bir çatışmanın aktörü olmak yerine hep iç gerilimlerden nemalanmayı tercih ettiler.
            Bu nedenledir ki Şehit Astsubayımızın zaten milletin gönlünde yerleşmiş adını vermektense-ki o asla parçalanmaması gereken çekirdek/Anadolu adına canından olmuştur- İsrail tarafından şehit edilen Furkan Doğan’ın adının park ve caddelere verilmesi daha efdaldir. İlkine bazılarının kalbi soğuk olabilecekken diğerinin ismi kalplerimizi birleştirecektir. Birleşmeyen kalpler ise başka kültürün mahsulü olarak zaten iyot gibi ortaya çıkacaktır. Yoksa şehitler arasında kategori yapmaya hakkımız olmadığı gibi ne de ‘bizim, sizin’ gibi bir ayrım yapmaya yetkimiz vardır.
            Zira tarihin getirdiği Türk Kimliği bize bunu böyle emretmektedir.