Demokratik açılım ve güneydoğu raporlarıyla gündeme gelen Süleyman Demirel Üniversitesi SosyolojiBölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Suat Kolukırık son zamanlarda yaşanan çözüm sürecini, “tam anlamıyla bir normalleşme ve demokratikleşme” süreci olarak tanımladı. Kamuoyunun önemli bir gündem maddesini oluşturan çözüm süreciyle ilgili olarak soruları yanıtlayan Doç.Dr. Suat Kolukırık, korkular üzerine kurulu siyaset yapma biçimlerinin değişmesi gerektiğini ifade ederek, "Kürt meselesinin çözümünü içeren süreç millet olarak geleceğe bakabilen bir özgüvenin tesisinisağlayacaktır. Kürt olgusuna tasfiye ya da dar bir milliyetçilik perspektiften bakan akıl yerine, tarihsel bir birikim ve bütünleştirici bir irade ile bakmak gerekmektedir" dedi.
 
Doç. Dr. Kolukırık, şöyle devam etti:
 
"Bugünkü Türkiye kendi coğrafyasına, tarihine, inançlarına ve geleneklerine uygun devlet, siyaset ve kimlik üretmek zorundadır. Birinci Dünya savaşının galipleri, bir yandan petrol bölgesi olan Musul ve Kerkük’e el koyarken, diğer bir yandan Kürtleri hem kendi içlerinde bölmüş hem de Cumhuriyet
elitlerinin bölünme ve yıkılma korkularını Kürtler üzerinden kurgulamışlardır. Yeni cumhuriyet kurulduğu günden bugüne kadar Anadolu’yu yeniden inşa etme ve düzen sağlama çabası içerisine geçirmiştir. Batının üretmiş olduğu oryantalist vizyona benzer, bir şark meselesi icat edilmiş ve milletleşme aşaması ötelenmiştir. Milletine inanmayan bir siyaset, cumhuruna inanmayan bir cumhuriyet ve geleceğinden korkan bir korkular düzenisöz konusu olagelmiştir.
 
Kollektif gelecek korkusuyla yaşayamayacağımızıbilmemiz gerekiyor.
 
Milletin her anlamda güçlendirilmesini içeren eşitlikçi bir demokratik düzenin  urumsallaştırılmasının toplumsal bir ihtiyaç olduğunu görmek gerekiyor. Kimlikler arasında yaşanan süreç millet ve devlet ilişkisinin yeniden inşa edildiği bir süreçtir. Anadolu’nun bütün unsurlarının ve birikmiş enerjilerinin doğru kanalize edilmesi halinde önümüzdeki zaman dilimlerinin daha rahat geçeceğini düşünmek ve planlamak durumundayız.
 
Türkiye çözüm süreciyle, adalet eksenli bir üst çatıda yeniden organize olma fırsatıyla karşı karşıya bulunmaktadır. Devlet-millet eksenli örgütlenmede yaşanan sorunlar “ben merkezci” bir yapılanma üzerinden karşılıklı zarar verme koşulları üretmektedir. Etnik kimlik üzerinden konuşanlar batıyla
hesaplaşma yerine içerdeki kimlik-öteki üzerinden kendi varoluşunu anlamlandırmaya çalışmaktadır. Osmanlısonrası dönemde bütün kadim bölge halklarının ortak bir kader etrafında yeniden geleceği yürümesinisağlayacak işbirliklerine ihtiyaç duyulmaktadır. Milleti oluşturan asli dinamik etnik, dini, mezhebi kimlikler değil, adalet ve insan merkezli bir yapılanmadır. Euro-centric bir bakış açısına değil, milletin mülküne dönüştürülme sürecine ihtiyaç vardır. Kuşatıcı ve adil bir devlet idraki çözüm sürecinin anahtarı olmalıdır. Etnik tartışmalar yerine yeni bir güçlü devlet tartışması yürütülmelidir. Adaletin nöbetini tutacak olan bir devlet aklı bu coğrafyada herkes için kıymetlidir.