Başkan Balaban, konu ile ilgili olarak yaptığı açıklamada; “2011 genel seçimleri için geri sayım başladı. Bu seçim, ülkemizin bundan sonraki süreçte çizgisini, duruşunu, önümüzdeki yıllardaki politikalarını, stratejilerini tayin edecek. Türk Eğitim-Sen’de Türkiye’nin seçim atmosferine girdiği bu dönemde, eğitim çalışanlarının seçimlerden beklentilerini ve siyasilerden taleplerini belirledi.

Sendikamız; TBMM’de, Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı, üniter yapıdan taviz vermeyen, ülkemizin birlik ve bütünlüğünü, huzurunu, istikrarını, güvenliğini her şeyden önde tutan, kişisel çıkarlarını değil, ülke insanının çıkarlarını düşünen, ‘insan’ odaklı hizmeti esas alan siyasi partileri görmek istemektedir. TBMM çatısında bu kriterleri benimseyen siyasi partilerin bulunması, bizleri temsil etmesi seçimlerden en büyük beklentimizdir.

Türk Eğitim-Sen’in, eğitim çalışanları adına siyasi partilerden talepleri şunlardır:

Şu anda 350 bin ataması yapılmayan öğretmen bulunmaktadır. Eğitim fakültelerinden mezun olan, bilgileri KPSS ile yeniden test edilen, buna rağmen yıllardır atama bekleyen ve işsizlikle mücadele eden 350 bin öğretmen yarınlarından umutsuzdur. Milli Eğitim Bakanlığı’nın yaptığı öğretmen atamaları ihtiyacı karşılamadığı gibi, atama bekleyen öğretmen sayısı da yıldan yıla artmaktadır. Ataması yapılmayan öğretmenler, KPSS’de yaşanan rezalet nedeniyle bu yıl geçen yıla göre daha da mağdur olmuştur. Bu nedenle talebimiz, öğretmen atamalarının 40 bin, 50 bin ile sınırlandırılmaması, ihtiyaca göre yapılmasıdır. Öte yandan KPSS hırsızlarının mağdur ettiği öğretmenlerin yaşadığı acıyı, döktüğü gözyaşını azaltabilmek için bu yıl ek 30 bin öğretmen alımı mutlaka yapılmalıdır.

KPSS hırsızları ve sorumlular hala bulunamamıştır. Gençlerin geleceğini çalan bu aymazlar, ellerini kollarını sallayarak aramızda gezmektedir. Hırsızların bir kısmı öğretmen olarak atanırken, mağdur öğretmenler işsizlikle mücadele etmekte, sokaklarda adalet aramaktadır. Türk Eğitim-Sen olarak talebimiz, KPSS hırsızlarının ve bu hırsızlığın arkasındaki aktörlerin bulunması ve cezalandırılmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu hırsızlığı aydınlatacak güce sahiptir. Yeter ki sorumlular korunmasın.

Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu sözleşmeli öğretmenleri kadroya alacağına ilişkin söz vermişti. Ancak bu sözün üzerinden uzun süre geçmiş olmasına rağmen, sözleşmeliler kadroya geçirilmedi, sözleşmeli öğretmenlik uygulamasına da devam edildi. Bakan sözünü çiğnedi, tüm sözleşmelileri hayal kırıklığına uğrattı. Türk Eğitim-Sen olarak güvencesiz çalıştırmanın bir diğer adı olan sözleşmeli öğretmenlik uygulamasının kaldırılmasını ve tüm sözleşmelilerin ayırt edilmeksizin kadroya alınmasını istiyoruz. Ayrıca bugün 70 bin civarında ücretli öğretmen çalıştırılmaktadır. Girdiği ders başına ücret alan ve karın tokluğuna çalıştırılan bu öğretmenlerin hiçbir güvencesi yoktur. Ücretli kölelik olarak adlandırdığımız ücretli öğretmenlik uygulamasına da son verilmeli, tüm öğretmenler sadece kadrolu olarak istihdam edilmelidir.

Siyasi partiler, tüm eğitim çalışanlarına eşit mesafede olmalıdır. Ne yazık ki mevcut iktidar, eğitimciler arasında ayrımcılık yapmakta, kendinden olmayanları dışlamaktadır. Yandaşlarına kol kanat geren iktidar, yandaş olmayanlara adeta hayatı zindan etmektedir. İktidar; yandaşlarını yüceltirken, usulsüz atamalar, geçici görevlendirmeler yaparak onları ihya ederken, onlara makam, mevki verirken, diğer eğitimcilere aynı bonkörlüğü göstermemektedir. Siyasi partilerden talebimiz, seçimlerden sonra bu yapının değişmesidir. Siyasi partiler her sendikaya, her eğitimciye eşit uzaklıkta olmalı, onların sorununu kendi sorunu gibi görmeli, adaletsiz uygulamalardan kaçınmalıdır.  

Usulsüz atamalar yapılmamalı, haksız ve hukuksuz uygulamalardan uzak durulmalıdır. Eğitim camiasını yönetmeye talip olanlar, makamını kullanarak, birtakım çevrelere çıkar sağlamamalıdır. Bakanlıkta torpil ve kadrolaşma devri sona ermeli, atamalar kariyer ve liyakat ilkeleri göz önüne alınarak gerçekleştirilmelidir.

MEB, hukukçu bir Bakan tarafından yönetilse de, ne yazık ki Bakan’ın uygulamaları hukukla bağdaşmamaktadır. Şu anda on binlerce eğitim çalışanı kendi bakanlığı ile davalıktır. Bu nedenle seçimlerden sonra oluşacak hükümetin Milli Eğitim Bakanı, mevzuat alanında doğru uygulamalara imza atmalı, hukuku çiğnememeli, çalışanlarla Bakanlığı karşı karşıya getirmemelidir.

Türkiye’de okullaşma oranları AB ülkelerinin çok gerisindedir. Okul çağındaki çağ nüfusunun tamamının okula devamı sağlanmalıdır. Eğitimde fırsat eşitsizliği sona erdirilmeli, her çocuk eğitim-öğretim hakkından yararlanmalıdır.

Okullarda öğretmen açığının yanı sıra okul ve derslik açığı da giderilmeli, sınıflarda öğrenci sayısı 25’e düşürülmeli, okullarda fiziki mekânlar iyileştirilmeli, bilgisayar ve ders araç-gereç donanımı sağlanmalıdır.

Türkiye’de eğitim bütçesi Maliye Bakanlığı politikalarına kurban edilmektedir. Eğitime ayrılan bütçeyle kronikleşmiş sorunları çözmek mümkün değildir. Türkiye’de eğitime ayrılan bütçe en temel ihtiyaçları bile karşılamadığı gibi, kaliteli ve verimli bir eğitim için de yeterli değildir. Siyasi partiler, eğitime ayrılan bütçeyi OECD ülkeleri seviyesine çıkarmalıdır.

Eğitim çalışanları ekonomik ve sosyal haklar yönünden dünyadaki meslektaşlarından geri durumdadır. OECD ülkeleri ile karşılaştırıldığında ülkemizdeki maaşlar çok düşüktür. OECD ülkelerinde göreve yeni başlayan bir öğretmenin maaşı yıllık brüt 28 bin 949 dolar, en üst derecedeki öğretmen maaşı 48 bin 22 dolardır. OECD 2009 yılı raporuna göre Türkiye’de göreve yeni başlayan bir öğretmen yıllık brüt 14 bin 063 dolar, 17 bin 515 dolar kazanmaktadır. Öte yandan eğitim çalışanları borcu borçla kapatmak yoluna gitmektedir. Ay sonunu zor getiren eğitimciler kredi kartlarına yüklenmekte, bankalardan kredi çekmektedir. Bu nedenlerden dolayı, iktidara talip olanların ekonomik adaletsizlikleri ortadan kaldırmasını, eğitim çalışanlarının ücretlerini insanca yaşayabilecekleri seviyeye çıkarmasını talep ediyoruz.

Eğitim-Öğretime Hazırlık Ödeneği tüm eğitim çalışanlarına bir maaş tutarında ödenmelidir.

YÖK’te yeniden yapılanma bir gerekliliktir. Bu doğrultuda YÖK Yasası yeniden ele alınmalı, YÖK üniversitelerin ihtiyaçlarına cevap verecek ölçüde sil baştan yapılandırılmalıdır. Üniversitelerin de yeniden yapılandırılmasına ihtiyaç vardır. Bugün üniversiteler korku imparatorluğuna dönüştürülmüştür. Bu korkuyu yıkmak üniversitelerin özerkliğini sağlamak adına çok önemlidir. Üniversiteler siyasi çekişmelerin yaşandığı yerler değil, bilim üreten kurumlar olmalıdır. Üniversitelerde idari ve akademik özerklik sağlanmalıdır, üniversitelerin bütçeleri artırılmalıdır. Üniversiteler demokratik kurumlar olmalıdır, akademisyenler çalışmalarında üniversitelerden destek alabilmelidir. Akademisyenlerin ücretleri yeterli değildir. Bu nedenle akademisyenlere cazip ekonomik şartlar sunulmalıdır. Akademik yükselmelerde objektif kriterler ne yazık ki göz ardı edilmektedir. Akademisyenlerin çalışma şevkini kıran bu yapı mutlaka ortadan kaldırılmalıdır.

Kamu çalışanlarına toplu sözleşmeli sendika hakkının tek başına tanınması sonuç getirmeyecektir. Toplu sözleşmeli sendika hakkı grev hakkı ile birlikte anlam kazanmaktadır. Mevcut iktidar ise kamu çalışanlarına grev hakkı verilmesini tabu olarak görmekte, adeta bu hakkı vermekten korkmaktadır. Türk Eğitim-Sen olarak, seçimlerden sonra oluşacak hükümetin kamu çalışanlarına grev hakkı vermesini istiyoruz. Bu konuyla ilgili sendikamız her platformda mücadelesini sürdürecektir.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur” dedi.