Sevgili dostlar aklıma geldikçe ara-sıra dua ederim; ‘Allahım beni hesabını veremeyeceğim para ve makam (koltuk) ile imtihan etme.’ Diye.

Malum, bugünlerde CHP’de koltuk ve makam savaşları yaşanıyor. Kılıçlar çekilmiş, mevziler kazılmış. Herkes kendi koltuğunu sağlama alma peşinde. 

Merak ettim koltuk kelimesinin anlamı nedir diye. Karşıma; ‘Sırtı ve kolları dayayacak yerleri olan, geniş ve rahat sandalye.’ Diye çıktı.

Böyle rahat bir koltuğu kim istemez…

Geniş ve rahat sandalye…

Bilenler bilir, ben emekli bir adamım. 

Benimde evde bir sandalyem, pardon bir koltuğum var. O koltuğun hakkını verirsem akşam her şey daha güzel oluyor. Mesela o gün mahalle pazarına gidip evin ihtiyaçlarını eksiksiz almışsam, markete gidip gerekli alışverişi yapmışsam, evde internet kesintisiz ve hızlı bir şeklide çalışıyorsa, elektrik-su-doğalgaz faturaları zamanında yatırılıyorsa evde her şey çok daha güzel oluyor.

Koltuğum hep sağlam oluyor. Kimse göz dikmiyor. 

Koltuğun hakkını verdiğim için iltifat, izzeti ikram kırıla gidiyor…

Oturuyorum koltuğuma çaylar, kahveler ayağıma geliyor. Ve benim için en güzeli de televizyonda istediğim programları koltuğumda kasıla-kasıla zevkle seyrediyorum.

Hasbel kader aksi-durum olursa ben daha eve gelmeden koltuğum başkaları tarafından kapılıyor. Suratlar asılıyor, iğnelemeli laflar başlıyor.

Spor, haber, belgesel seyretmek… Hepsi yasak!

Ev ahalisi hangi kanalı seyrediyorsa, mecburen o.

Böyle zamanlarda;

Bende sesimi çıkarmadan yan koltuğa ‘tavuk misali’ tünüyorum. Koltuğum boşalırsa hemen geri kapayım diye. Bir fırsatını kollayıp kapıyorum da. Ama bu sefer sürekli önümden geçmeler ve rahat televizyon seyrettirmemeler. 

Sanırım Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nu en iyi anlayan benim. Nedenine gelince damdan, pardon koltuktan en son düşen ben oldum.

Doktora ne hacet; Onu en iyi ben anlarım.

‘Gel bakalım Muharrem’ dedi ve ağrımayan başına soğanı sardı.

24 Haziran seçimleri öncesinde mahalle kahvesinde yan masada üç-beş arkadaş siyaset kaynatıyor.

Karşı tarafta oturan birisi; Muharrem Bey rozetini çıkardı verdi. Seçimlerden sonra geri isterse ne olacak? Dedi.

Öbürü hemen cevabı yapıştırdı; Muharrem Bey cin gibidir, seçimlerde CHP’nin oylarından biraz fazla oy alır ve ‘rozetimi CHP’nin genel başkanı olarak geri ver bakalım’ der dedi.

 Bir diğeri hemen destekledi; ‘Doğru valla’ dedi.

‘Ben olsam aynısını bende yapardım’ diye ekledi.

Seçimlerden önce Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’da şöyle demişti; ‘Bunların derdi devletin-milletin derdi değil, bunların derdi CHP’nin başına kim geçecek derdidir’ demişti. 

Nitekim öylede oldu. Muharrem Bey benim oylarım seninkinden daha fazla diyerek Kemal Beye resti çekti.

 ‘Mesele liyakat meselesi’ diyen Kemal Kılçdaroğlu’nun başı biraz ağrıyacak gibi.

Dedim ya; En iyi onu ben anlarım diye.

Zamana-zaman bende koltuğumu kaybediyorum. Uykularım kaçıyor.

Soğuk-soğuk terliyorum.

Reçeteyi yazıyorum; Koltuk yüzünden başınız çok ağrırsa ‘bir bardak soğuk su’ için. Tabi bademciklerinize güveniyorsanız…

Koltuğu unutun gidin. Koltuğu kaptırmayacağım diyerek çok düşünürseniz, gece-gündüz uykusuz kalırsanız maazallah ‘ince’ hastalığına yakalanırsınız.

Ha liyakat demişken aklıma geldi.

Cumhuriyet Halk Partisinde 26. dönem bizim bildiğimiz dostlarımıza ne oldu?

1 Kasım 2015 seçimlerinde ön seçimle illerinde birinci olarak TBMM’ye giren Prof. Dr. Metin Lütfi Baydar hocaya ve İrfan Bakır’a ne oldu.

Bu dostlarımız bugünlerde koltuk savaşı veren genel başkanın ‘iki dudağı’ arasında kaybolup gittiler.

Metin Hocaya ve İrfan Bakır’a halkın layık gördüğü liyakat ellerinden gasp edildi.

Şimdi; Kemal Beyin kendi liyakati sorgulanmaya başlandı.

Eh ne diyelim; Körle yatan şaşı kalkarmış. 

‘Liyakat’i iyi anlamak lazım.