Dün bir Nevruz günüydü... Ama bu başka bir nevruz’du. Daha doğrusu öyle olacağını umuyordum , tıpkı iyi niyetli milyonlarca insanımız gibi.

            “Ama” diye bir kuşkuda yok değildi hani içimde.

            Evime gittim, amacım hiç rahatsız olmadan o tarihi anı yaşayabilmekti. Ya sevinç ya da hüsran! Adam sende ne fark ederdi ki, zaten bu yaşıma kadar onlarca kez kandırılmamış, hüsrana maruz kalmamış mıydık ki. Ha bir eksik ha bir fazla! Ne değişirdi ki.

            Bu haletiruhiye içerisinde oturdum evimde televizyon karşısına.

            Beklenen an geldi. Metin evvela Kürtçe okundu. Güzel şeylerin dendiği belliydi. Biraz sonra Türkçe olarak okunmaya başlandı. Okundukça içim açıldı. Açıldıkça geleceğimize dair umutlarım arttı.

 “Allah’ım sana hamd olsun, bana bu günleri de gösterdin” diye içimden geçirdim. İşte iki Müslüman halkın lisanı gürül gürül akıyordu. Aynı ummana doğru akan nehir gibi dökülüyordu kelimeler; kimisi Türkçe kimisi de Kürtçe olarak.

Kimin söylediği değil, ne söylediği önemliydi ve söylenenlerde önemli şeylerdi.

Okunan mektupta iki husus öne çıkıyordu: İlki PKK ya yönelik silahları bırakın ve çekilin çağrısı; ikincisi ve sürpriz olanı da İslam faktörüne yapılan vurgu idi.

Zamanın ruhu canlandırmaya devam ediyordu anlaşılan. Birileri bu gelişmelerden hiç hoşnut olmasa bile.

Öcalan mektubunda, modern sistemin ürettiği ulus-devlet yapılanmalarının toplumları bir birinden ayırdığını söylüyordu. Hakikaten Arap, Kürt, Türk, Arnavut bütün Müslüman unsurlar, düşmüştüler bir ulus- devlet sevdasına. Ulus-devlet: ayrımcılığın ve ötekileştirmenin modern görünüşlü maskesi değil miydi? Hele hele mektupta belirtildiği gibi kapitalist modernleşmenin neticesi yaşanılan zulümler,  bizleri, hepimizi mağdur etmemiş miydi?

Öcalan haksız mıydı yani?

Hey Yüce Allah’ım bu ülkede İslam’a o denli hakaretler yapıldı ki,  mukaddesatımız o denli küçümsendi ki, Çanakkale şiirinde “Bedrin Aslanları”  dedi diye, alçakça eleştirilen Mehmet Akif’in ruhu sanki dirilmiş ters giden şeyleri düzeltir gibiydi. Yanında ki Türk ve Kürt şehitlerin ruhlarıyla birlikte...

“Ortadoğu ve Orta Asya halkları artık uyanıyor. Kendilerine ve aslına dönüyorlar. Ortadoğu halkları kökleri üzerinde yeniden doğmak ayağa kalkmak istiyorlar. Bu nevruz hepimize yeni bir müjdedir. Hazreti İsa Hz. Musa ve Hz. Muhammed’in mesajları ortaktı”

Dedim ya kimin dediğine değil ne dediğine bak.

Anlaşılan dün Kürt kardeşlerimiz Diyarbakır da  “ Merhaba Osmanlı” dediler.

Bende buradan onlara : “Eyvallah Dostlar, eyvallah” diye cevap veriyorum.

“Ben milyonların şahitliğinde diyorum ki artık yeni dönem başlıyor, silah değil siyaset öne çıkıyor. Yine diyorum ki artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir”

Elhamdülillah!  Allah’ım ne olur bu barış girişimini koru, kötü niyetlilerin şerrinden muhafaza et, çıkarları savaştan yana olanların hesaplarını kursaklarında bırak.

Yine bir başka vurguda şöyle idi:

“Zaman çatışmanın bir birlerini horlamanın değil, kucaklaşmanın helalleşmenin zamanıdır. 1920’de Meclisi birlikte açtık. Ortak geçmişimiz, ortak geleceğimizi de birlikte kurmamız gerektiğini ortaya koyuyoruz”

Evet, bence de 1920’ nin kıymeti bu ülkede hiç ama hiç bilinmemişti. O ruh hep ısrarla ıska geçilmişti.

Bir dostum telefonla beni aradı. “ abdest alıyorum iki rekât şükür namazı kılacağım” dedi. Anlaşılan o da benim gibi sevinçliydi. Ancak ne yapacağını biliyordu. Bende hemen kalkıp iki rekât namaz kıldım ve Allaha dua ettim: Allah’ım ümmeti sen her türlü tehlikeden koru. Ülkemde barışı daim kıl.

Ne düşünüyorum biliyor musunuz dostlar: artık parantez kapanıyor. Tarihimizde bir parantez açılmıştı ama artık bitti. Devlet dönüştükçe, değiştikçe,   ideolojik takıntılarından kurtuldukça her şey normale dönüyor ve bizlerde millet olarak asıl metnimizi tarih sahnesinde okumaya hazırlanıyoruz

Kısacası onun bunun suflörü değil kendi metnimizi dünya ya okumaya başlayacağız...

Evet, benim duygularım böyle;  gerisi bizlerin gayreti ve Allah’ın takdirine kalmış.

Son sözüm,kimin dediğine değil,ne dediğine bakın,dostlar.