Bediüzzaman’ın, Ramazan orucu ile ilgili pek çok hikmetin olduğunu bunların ilkinin “ Rubûbiyet”  ikincisinin de “şükür” ile alakalı olduğunu belirtmiştik.

         Rubûbiyet, Allah’ın Rab olması ve mevcudat üzerindeki hâkimiyetinin gereğidir. Madem O tek Hâkim ve Rab’dir o zaman insan da O’nun kulu demektir.

         Kul olmak ise teşekkürü, yani şükretmeyi elzem kılar.

         Bediüzzaman daha sonra oruç ibadetinin, insanın sosyal hayatına baktığı cihetle, farz olunmasındaki hikmetin “merhamet” olduğunu bildirir.

         Yalnız burada konunun daha iyi anlaşılabilmesi için, merhamet hususunda Nietzsche’nin görüşlerinden söz etmenin yeri olduğunu düşünüyorum.

         Nietzsche’ye göre merhamet olumlu bir duygu değildir. Aksine bu duygu yıkıcı ve bozucu bir etkiye sahiptir. Korunması gereken asla zayıflar değil, güçlülerdir. Yani güçlüler zayıflardan korunmalıdır. Bu nedenle  “zayıf ve marazî olanın yok olmasına, toz olup gitmesine yardım edilmelidir” der, Deccal isimli kitabında o.

         Neden? Çünkü zayıflar içerisinde biriktirdiği hınç ile güçlülerin ahlakını değiştirir. Onlara güçlerini göstermeyi ve kullanmayı değil, kullanmayıp kendilerine(zayıflara) benzemeyi özendirir. Bunu da zayıfların ahlakını hâkim kılarak yapar. Artık zayıfça yaşanan hayat iyi, güçlü bir şekilde yaşamak kötü hale getirilmiştir.

         Böylece güçlüler kelimenin anlamıyla iğdiş edilmişlerdir. “Merhamet”  gücün kullanılmaması halinin adıdır. Güç uygulanmayınca ortaya güçsüzlük çıkacak ve buda insanda yaşama enerjisini köreltecektir.

         O buna “köle ahlakı” der ve bu ahlak iki bin yıldır hâkimiyetini “Hıristiyanlık” olarak sürdürmektedir.

         Hatta buradan hareketle Nietzsche Tanrıyı öldüren sebeplerin içerisine merhameti de koyar.

         “Böyle Buyurdu Zerdüşt” isimli kitabının “Hizmet Dışı” bölümünde Zerdüşt karşılaştığı Rahibe, tanrıyı kast ederek aynen şöyle sorar: “Nasıl öldüğünü biliyor musun? Doğru mu söylenenler, doğru mu onu merhametin boğduğu?”

         Evet, tanrının insana gösterdiği merhamet ona kendi sonunu hazırlamıştır.

         Nietzsche tanrıyı öldüren insanı “en çirkin insan” olarak niteler ve ona “son insan der”.

          Eserinde düşünürün adına konuşturduğu Zerdüşt’ün yolu bir gün ölüler ülkesine düşer. Orada son derece çirkin bir varlık görür. Bu insan biçiminde ama insana hiç benzemeyen bir yaratıktır.

         Zerdüşt büyük bir utanca kapılıp, geri gitmek için tam ayağını kaldırır ki o yaratıktan bir ses gelir.

         Nietzsche bu olayı aynen şöyle ifade eder:

         “Ama o sırada, bu cansız ıssızlık ses verdi”

          “Cansız” ve ıssızlık” işte budur Nietzsche’nin tanrının katili olan insan için yaptığı niteleme.

         İşte bu insan,  tanrıyı öldürdüğü için ıssızdır. Bu nedenle de don derece bedbahttır. Tanrıyı öldürmüş lakin bu koskoca kâinat içerisinde yapayalnız kalmıştır.

         Şimdi o kâinatta bir başınadır… Oysa sonucu kendisi bilerek ve isteyerek hazırlamıştır. Yalnız kalmak için bu cinayeti tasarlayarak işlemiştir.

         Hâlbuki o mutluluğa ulaşacağım zannı ile yalnızlığı seçmiştir...

         Artık ıssızlık onun cehennemidir!

         Cinayetteki amacı tanığı yok etmektir; çünkü o, her zaman görmüştü insanı; derinlikleri, uçurumları, gizli saklı tüm rezaletleri ve çirkinlikleri ile birlikte hep görmüştü.

         Şöyle söyler çirkin ve ıssız insan:

         “Her şeyi, insanı da gören tanrı: ölmeliydi bu tanrı! İnsan katlanamaz böyle bir tanığın yaşamasına”

          Oysa tanrı insana merhamet gösteriyordu. O kadar ki insanlara duyduğu merhamet nedeniyle, kendi oğlunun(!) dahi çarmıha gerilerek acılar içerisinde ölmesine(!) bile katlanmıştı(!)

         Nietzsche’ye göre merhamet duygusu ilahi düzeyde de aynı neticeyi hâsıl etmekten geri kalmaz. İnsanlar arasında nasıl maraz doğurmuşsa insan ile tanrı arasında da ki ilişkide de doğurur.

         Merhamet gösterdiği için güçsüzleşen tanrı son insan tarafından alaşağı edilir.

         Çünkü o ıssız, katil ve çirkin olan insan Tanrı’nın yerine göz dikmiştir.

         Zira Nietzsche’ye göre “merhamet” güçlünün değerinin yadsınması halidir.

          Devam edeceğiz,inşallah.