Hani insanlar geriye bakıp da  ”bir ömür boyu yaşadım hangi hayırlı işi yaptım?” diye kendilerine sorar, nefislerini sığaya çekerler ya, işte böyle bir durumda ben, Allah’a şükürler olsun ki Doğu-Batı Kardeşlik Platformunun içerisinde bulundum diye cevaplayabilirim sanıyorum.

            Evet, iyi ki bu güzel insanların arasında bizler de varız diyerek, Bekir Sağlam hocamla hafta sonu Bursa’ya doğru yola çıktık.

            Üç gün süren faaliyet sonunda ne hissettiğimi ifade etmeye çalışayım. İslam’ın lezzetini tattım. Belki birileri bu cümlemi sorunlu bulabilir. Ama inanın ki insan gönlünde hissedip yüreğinde yaşadığını dile vurmak isteyince kelimeler kifayetsiz kalıyor yahut benim kelime hazinem duygularımı aktaracak genişlikte değil.

            Lakin hangisi olursa olsun vakıa değişmiyor. İslam ırk, dil,renk,mezhep ve meşrep farkı gözetmeden, kardeşinle kucaklaşman halinde, sende tarifi imkânsız bir mutluluk yaratıyor;iç dünyanda müthiş bir haz meydana getiriyor.İşte ben bunu “İslam’ın lezzeti” diye kelimelere dökebiliyorum.

            Varın ötesini siz anlayın artık.

            Buluşmanın ismi “ittihad-ı İslam” olarak belirlenmiş. İslam Birliği, Müslümanların birlikteliği yani en öz tabiriyle “ümmet” şuuru! İşte inanç kazanında kaynayan manevi şerbetin insanda esriklik yaşatan biricik formülü!

            Toplantıya ev sahipliğini Yeni Asya Vakfı yaptı. Vakfa ait Pınarbaşı semtindeki binanın toplantı salonun da yapıldı sunumlar. Ayrıca geceleri kalmamız için bir otel ayarlamış platformun Bursa Sekretaryası.

            Kürt kardeşlerimiz doğu ve güneydoğuda hayatın normale döndüğünden bahsettiler. Artık dağlarda hayvancılık, arıcılık yapılır hale gelmiş. Yaşanan çatışmasızlık sürecini bir fırsat olarak nitelendiriyorlar. Evet, süreç bir fırsat ama Hükümet tarafından vaat edilen yatırım ve reformların muhakkak devam ettirilmesinin şart olduğunu ifade ediyorlar. En önemlisi kimliklerin tanınmasının anayasal garanti altına alınmasını istiyorlar. İnsan haklarına saygılı, inancımızdan esinlenen demokratik bir anayasanın bir an önce hazırlanıp kabul edilmesinin gerektiğini de vurguluyorlar.

            Bu çatışmasızlık sürecini kim bozacak olursa yaptığının altında ezileceği şeklindeki tarihi ihtarlarını samimiyetle dile getiriyorlar... Sonrada anlamadıkları, anlam veremedikleri bir hususu şöyle dile getiriyorlar: “Barış sürecine destek neden bizim bölgemizde %95 civarlarında iken bu oran Batı’ya doğru gittikçe %65 hatta %45’ lere kadar düşüyor?” diye soruyorlar. Keza yine akil insanlara gösterilen tepkilerin bölgelerindeki insanları üzdüğünü söylüyorlar. Batıda barış sürecine karşı olanların fazla olduğunun sanıldığını söylüyorlar. “Kürt sorunu” isimli sorunun Kürtler ile Türkler arasında olmadığını, şayet böyle olmuş olsaydı bu kadar kısa bir sürede böyle bir sakinleşmenin yaşanamayacağını da ifade ediyorlar. Sorunun devletin dayattığı ideoloji ile Kürtler arasında yaşandığının altını özellikle çizerek belirtiyorlar.

            Anlatıldığına göre akil insanlar arasında bulunan bir bayan dağda iki çocuğunu kaybetmiş bir ana ile görüşmüş. O ananın tepkisini ölçmek istemiş. Ayrılmak isteyip istemediğini sormuş. Acılı ana “bizim ayrılmak gibi bir niyetimiz yok” deyince dayanamayıp gözyaşları içine boğulmuş.

            İşte olay birazda böyle değil mi dostlar? Batı’da gösterilen tepkiler birazda Kürt vatandaşlarımızı tanımamaktan, onların ne çektiklerini bilmemekten kaynaklanmıyor mu? Tabii eski Türkiye özlemcilerinin kışkırtmaları da yok değil. Fakat batı tarafında da aklı başında hiçbir kimse barışa karşı düşmanlık beslemiyor.

            Bir tane katılımcının aktardığı anısını yazmadan edemeyeceğim. Yetmiş yaşındaki babasını karakola götürmüşler. Bir hafta sonra teslim edildiğinde tanınmaz hale gelmiş. Her türlü işkenceden geçmiş. O yaştaki bir adamın cinsel organına elektrik verilmiş. Oysa diyor o arkadaş “babam o çevrede sevilen bir kişiydi; birisinin başı dara düşse yardımına koşan, küsleri barıştıran, inancını yaşayan etrafına faydalı olan bir insandı. Ama yapılan muamele onun o kadar ağırına gitti ki ‘ah elim silah tutsaydı da bende dağa çıkabilseydim’ diye hayıflanarak öldü”

            Evet, elektrik verilen yetmiş yaşındaki bir babanın oğlu aynen bunları anlattı. Ben bir an için kendimi onun yerine koydum...”Acaba onun gibi bende burada olur muydum?” diye kendime sordum... İnanın o kardeşime karşı içimde hüzünle karışık bir saygı duyuyorum, dostlarım.

            Neden mi hüzün? Çünkü onun babasına elektrik verilirken ben neden sessiz kaldım diye...            Kürt kardeşlerimizin Türklere karşı böyle bir sitemi yok da değil: ‘Tamam sorunu dindarlar oluşturmadı ama sessiz kaldılar’ diye düşünüyorlar... Haklı mıydılar? Haklıysalar bizler neden bu suçu işlemiştik? İşlemişsek bunu hangi sebeplerle işlemiştik. Ümmet şuurunun eksikliğinden mi,  hâkim ideolojinin üzerimizdeki baskısından mı? Yoksa her ikisi  birlikte mi etkili olmuştu, kulaklarımızın ve kalbimizin o çığlıklara duyarsız kalışında? Bizler olaya o sıralar hangi pencerenin çerçevesi dâhilinde bakıyorduk acaba dostlar?

            Ah Allah’ım! Neden şu kahrolası ideolojilerin müntesipleri senin arzını insanlara dar getirirler ki?

            Bu toplantıda şeyh Said’in torunu olan Mahmut Feyzi Fırat ile uzun uzun sohbet etmek fırsatı buldum. Kendilerinden çok şey öğrendim. Şeyh Said den tutunda PKK’nın kuruluşuna kadar. Bütün bunları sizlerle paylaşmak için kendileri bana izin verme lütfünde bulundular.

            Paylaşacağız, inşallah.