Kemalizm başından beri bu üç kavramla ilişki içerisinde olmuştur. İlişki, mahiyeti itibariyle detay değil, varoluşsal bir öneme haizdir. Bir başka ifadeyle Kemalizm bu üç kavram üzerinde kurduğu tahakküm oranında kendisine varlık alanı açabilmiştir.

            Ancak bu ilişki üç kavram üzerinde aynı düzlemde cereyan etmemiştir.  “Osmanlı” kavramı yok edilmeye, unutturulmaya çalışılırken “Türk” ve “İslam” kavramları reddedilmemiş, toplumdan reddetmesi de talep edilmemiştir.

            Lakin bir şartla: İçeriği boşaltılmış ve resmi ideolojiye göre yeniden doldurulmuş, manipüle edilmiş haliyle.

            Peki, “Osmanlı” kavramı neden kötülenmiş, zihinlerde yokluğa yahut menfi izlenimlerle yüklü olmaya mahkûm edilmiştir? Bunun sebebi çok basittir: Resmi ideolojinin diğer iki kavram üzerinde uygulayacağı ameliyenin önündeki en büyük engel “Osmanlı” kavramıdır da ondan! Osmanlı kavramı müktesebattır, tarihtir; bu nedenle arka planı simgeler. Yani: “Türk ve İslam terimleri nasıl anlaşılacaktır, kavranacaktır, dolayısıyla nasıl kavramlaşacaktır?” sorusunun cevabı “Osmanlı” kavramında saklıdır. “Osmanlı” kavram olarak mevcut oldukça diğer iki kavram, yüzyıllardır taşıya geldiği sahici anlamlarını salmayacak, böylece Kemalist ideoloji nefes alamaz hale gelmiş olacaktır.

            Sahici anlamı yok edildiğinde ise iki kavram üzerinde istenildiği gibi oynanacak, içeriği boşaltılıp hoyratça yenilenebilecektir. Çünkü artık geçmişi ile bağları kopmuş, savunmasız, egemen kadroların zihinsel müdahalelerine ve yorumlarına açık hale gelmiş olacaktır.

            Bütün mesele buradadır!

            Kemalist ideoloji bu bağlamda, içeride varoluşsal temellerini oturtmanın yanında, Batı dünyasının talepleri ile de örtüşme imkânını yakalayabilir hale gelmiştir. Zira bu ideoloji, tarihi bağlamından koparılmış “Türk” ve “İslam” kavramlarının yanında, insanımızın kendisini Doğu’lu değil Batı’lı hissetmesini amaçlayan devrimlerin(Şapka, takvim, uzunluk ölçüsü, ağırlık ölçüsü, Latin Alfabesinin kabulü)zorlada olsa kabul ettirilmesi neticesinde düşünsel temelinin yanında pratiğini de oluşturmuştur.

            Vakıa Batı dünyasının taleplerini de karşılamaya matuftur. Zira Batı, varoluş sınırlarını yine kendisinin belirlediği, çıkarlarını tehdit etmekten uzak bir Doğu’yu hedeflemiştir. Osmanlı’nın tasfiyesi böyle bir Doğu’nun olmazsa olmaz şartıdır. Aksine bir halde gerek “Türk” ve gerekse “İslam” kavramları tarihi iddialarını sürdürecek ve Batı’yı dünyanın merkezi olmaktan uzak hale getirecektir. Veyahut Batı, tek merkez olmaktan çıkacak, başka bir coğrafya da kendi merkezliğini ilan ederek, Batı’yı tek merkez olmaktan çıkarıp, taşralaştıracaktır. İşte Batı bundan asla hazzetmez!

            Çünkü onun için en makbul dünya: “Batı merkezli” bir dünyadır. Bunu kabullenen insanda modern düşünceli bir insan! Kendi coğrafyasına rağmen “modern” olmayı marifet sayan bir insan!

            Osmanlı asla Doğu ile Batı arasında bir köprü toplumu değildir. Birilerinin bu iddiası Osmanlı’yı kimliksiz hale getirmekten öte bir anlam taşımaz. Osmanlı dünya üzerinde iddiası olan bir toplumdur. Veya bizlerin ‘iddiası olan toplum’ halini almamızın adıdır.

            Batı, haricideki toplumların talanı üzerine kurulmuş bir yapıya sahiptir. Bu nedenle Doğu ile araları hep sorunlu olmuştur. Batı daima Doğu’yu talan etmeyi amaçlamış, Osmanlı ise Doğu toplumlarına bu bağlamda kalkan olmuştur. Merhum Baykan Sezer sosyolojisini bu konu üzerine oturtmuş önemli bir düşünürümüzdür. Onun eserleri bu hususta bilgi sahibi olmamız için çok büyük bir ehemmiyet arz etmektedir.

            İşte petrol dâhil bütün zenginliklerin Doğu’da olduğunu bilen “Batı” ile “Osmanlı” kavramlarının kavgalı olması anlaşılması güç bir olay değildir. Batı dikensiz bir gül bahçesinin peşindedir.

            Yaşanan bu gelişmeler neticesinde dünya üzerinde bize bir rol biçilmiştir. Bu rol yine Doğu’ya yönelik lakin yeni karaktere haiz bir roldür.  İngiliz düşünür Arnold Toynbee’nin şu sözü çok manidardır: “Yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Batı medeniyetinin üstünlüğü adına dünya üzerine dikilen bir anıttır”. İşte bu yeni role uygun olarak, Osmanlı sonrasındaki Doğu toplumlarıyla olan ilişkilerimiz Batı tarafından şekillendirilmiştir. Fakat Doğu toplumlarına örnek gösterilmemiz nedeniyle Osmanlılıktan vazgeçip Türklük ve Müslümanlığımızdan vazgeçmemiz istenilmemiştir.( Ertan Eğribel. Sosyoloji Yıllığı 21. İçerisinde Sh:121)

            Devam edeceğiz, inşallah.