Öğrenci evlerinde kızlı erkekli kalma konusu son günlerin tartışma malzemesi oldu. Taraflardan biri muhafazakâr olduğu için, bir evde kız ve erkeğin birlikte kalamayacağını savunurken, diğer taraf ise özgürlükten dem vurarak, kimsenin özel hayata karışma hakkının olmayacağını ileri sürdü.

            Muhafazakârlar ahlak zabıtalığına soyunurken, ilericiler ‘özgürlük’ adına yasakları çiğnemenin öneminden hareket etti. İnanıyorum ki pek çok modern kafa bu tartışma vesilesiyle, geri kalmamız ile ahlak anlayışımız arasında, bilmem kaçıncı kez ki sebep-sonuç ilişkisini kurdu.

            Lakin birisi ahlak dayatmanın insanı nasıl aksi yönde motive edeceğini hesap etmedi, diğeri de her zaman olduğu gibi özgürlükle isyanı birbirine karıştırdı.

            Yine derinliği olmayan, sığ, faidesiz, felsefesiz bir tartışma aldı başını yürüdü... Bu arada İslam’la sorunlu olan kimileride lafı hemen çok eşliliğe getirip, içindeki kini kusmak için fırsatı değerlendirmekten geri kalmadı.

            Oysa çok değil bundan yirmi yıl kadar önce bir genç, sevdiğini kimsenin olmadığı yerde gizlice öptüğü zaman kendisini güçlü hissedebiliyordu. Ya günümüz de? Son derece rutin ve heyecan verici hiçbir yanı kalmayan sıradan bir hadise!

            Daha eskilere gidelim. Psikoloji ilminin kurucusu olarak bilinen Sigmund Freud Batı toplumlarındaki ruhsal hastalıkların altında yatan nedeni bastırılmış ‘cinsel’ dürtüler ile açıklıyordu. Günümüzde ise o baskının esamisi bile yok. Batı tam bir cinsel serbestlik içerisinde; o kadarki artık sırf yapmış olmak için yapılan bedensel ve mekanik bir faaliyet halini aldı; büyüsü falan kalmadı... Peki, ruhsal hastalıklar bittimi? Asla çok daha fazlalaştı. Yalnızlık, boşluk ve anlamsızlık; Batılı insanın içini bir kurt gibi kemirirken hiçbir serbestlik onu duçar olduğu bu dertten kurtaramıyor.

            Albert Camus ve Kafka, romanları ile Batı’lı adamın çilesini dile getiren modern dervişler değil de nedir acaba? Hele o “ Yabancı” öyküsü yok mu? Gel de roman kahramanının iç dünyasının açmazlarını cinsellikle açıkla... Gülerler adama sonra.

            Peki, Freud haksız mıydı? Bence haklıydı; ama bir şartla: sadece Batı coğrafyasında ve o zamanda. Aksine bir durumda ‘beden’ ve bedensel hazlarla kavgalı olan Hıristiyanlık anlayışına pirim vereceğimiz gibi, Nietzsche’nin de istemeden hakkını yemiş oluruz ki, bence kimsenin hakkını yemenin gereği yok.

            Aynı şekilde kendi toplumumuzun da hakkını yemeye kimsenin hakkı yok. Toplumumuzu ve dinimizi dövmek için içi boş kavramları sopa gibi kullanmanın âlemi yok. Basmakalıp lafları ısıtıp ısıtıp önümüze koymanın da âlemi yok... Biraz tefekkür yahu! Biraz da iz’an; çok şey mi istiyorum sanki lütfen birazda vicdan.

            İş dönüp geliyor kavramlarda düğümleniyor... Ah bu lügatsizlik yok mu, bu lügatsizlik!

            Özgürlük standartsız,  ilkesiz ve kuralsız yaşamak değildir.Yapmamamız gereken şeylere ‘isyan’ ederek, yapar olmak hiç değildir. Özgürlük kendimize şekil verme ve gerçekleştirme ortamıdır. İç dünyamızı keşfettiğimizde, dışarıda bunu gerçekleştirebilmek imkânının halidir. Adı üstünde “öz”ünü gürleştirebilmek ve gerçekleştirebilmek vakıasıdır.

            Aksine bir durum ise ya fareler gibi içgüdülerin peşinde olmak yahut da, mevcut gidişatın içerisine kendini bırakmaktır... Liberal, liberal...

            Fareler özgür değildir. Çünkü kendilerini var kılamazlar, bu bakımdan bütün fareler birdir, benzerdir ve farelerin tarihi olamaz.

            Mevcut akışa kendini bırakmakta özgürlük değildir. Veya bir nehre kapılan çöp tanesi ne kadar özgürse, kalabalığa ayak uyduran veya genel anlayışa kendisini bırakan kişide o kadar özgürdür.

            Özgürlük seçmektir, seçmek ise “varolmak” yani var olabilmek, yani görülür olmaktır. Bedeli de mesuliyet yüklenmek ve hesaba çekilmek.

            Bu bağlamda “özgürlük insanın kaderidir”. Kaderidir, çünkü kimse ona fikrini sormadan, o kendisini özgürlük içerisinde bulmuştur. İnsanoğlunun başının püsküllü belasıdır özgürlük... Bu cihetle cinsel serbestlik yaşayanda, kendisini kurallara tabi tutanda son kertede özgürlüğünü kullanmış olur, lakin bedelini de öder.

            Büyüsünü kaybeden cinsellik doyumsuzluğu doğurur, doyumsuzluk da sapıklığı. Sapıklık: insanın doğasının dışına çıkması... Tarih bu tür toplumların yok oluşlarıyla dolu.

            Şayet ders çıkarmayacaksak o zaman tarih bizim neyimize yarar olacaktır ki?

            Haa, bu arada unutmadan! Özel hayatın korunması konusu, İslam Hukukun da modern hukuktan çok daha muhkem şekilde korunan bir hususiyettir. Bu incelikte sakın ola ıskalanmaya.