Bugün 27 Aralık, koca şairin ölüm günü. Akif denince akla ne gelir? Cevap genellikle “milli şair” şeklinde olacaktır. Zira o İstiklal Marşımızı yazan kişidir.

Fakat benim cevabım farklıdır. Akif denince aklıma “şuur” gelir. O başlı başına yürüyen bir şuurdur.  Maneviyat ve tarih sanki onun şahsında mücessem olmuş gibidir.

O bir medeniyete mensup olduğunun farkındadır. Yıkılmış, yenilmiş ve kanatları kırılmış bir medeniyet. Küllerinin üzerinden yeniden ayağa kalkmak için çalışır. Yese düşmek asla aklından bile geçmez. Yabancı medeniyetlerden gerekenlerin alınması hususunda hiç de kompleks sahibi değildir. Fakat asla kendisine yabancılaşmaz, taklide tevessül etmez, kendisini bir başkası haline getirmez; zira o formasının da önemine müdriktir.

İdealleri hususunda kesinlikle tavizsizdir. İdeal dediysek aklımıza sakın öyle ktipiyoz birkaç saçmalık gelmesin.

           Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp İlhamı

            Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı.

Diyebilecek kadar iddia sahibidir kendisi. Asrın bir idraki olduğunu görür. Bu idrake pupa yelken koşmaz. Anlamsız bir düşmanlıkta yapmaz. Fakat bu idrake katılması gereken bazı değerlerin olduğunun ıstırabını çeker.

İşte bu ıstırap aslında zamanın rahmine ekilen bir tohumdur. O dans edenlerin aksine zamanla uğraşır. Zamanı değiştirerek milletini tekrar önder haline getirmek ister.

             Hani milliyetin İslam idi… Kavmiyyet ne!

              Sarılıp sımsıkı dursaydı a milliyetine.

              “Arnavutluk” ne demek? Var mı şeriatte yeri?

              Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri!

              Arap’ın Türk’e; Laz’ın Çerkez’e yahut Kürt’e

              Acem’in Çinli’ye rüçhanı mı varmış? Nerde!

               Müslümanlıkta “anâsır”mı olurmuş? Ne gezer!

              Fikr-i milliyeti tel’in ediyor Peygamber

              En büyük düşmanıdır rȗh-ı Nebi tefrikanın;

              Adı batsın onu İslam’a sokan kaltabanın!

              Şu senin akıbetin bin bu kadar yıl evvel.

             Sana söylenmiş iken doğru mudur şimdi cedel?

         Diyerek de milliyet mefhumundan ne anladığını ifade eder.

         28 Şubat’ın o karanlık dönemlerinde GATA’da konuşma yapan bir bedbaht o nu “Arap Milliyetçisi” olarak suçlamış ve hatta edepsizliğini daha da ileriye götürerek “Bedrin Aslanları ancak bu kadar şanlı idi mısraını diline dolayarak Efendimiz Hazretlerine ve Bedir Savaşına katılan O’nun kutlu ashabına salyaları ile birlikte çemkirmişti.

         Allah bir daha o karanlık günleri bu ülkede göstermesin. Akiflerin nurlu yolu bizlere yol olsun, inşallah.

         Aksiyon Dergisi bu haftaki sayısını kese kâğıdı yapılan Kur’an sayfalarına ayırmış. Malum olduğu üzere harf inkılâbı yapıldıktan sonra Arapça harfler ile yazılan bütün kitapların basımı, dağıtımı, satımı yasaklanmıştı. Yeni alfabe Latinlerin kullandığı harflerden müteşekkildi. Elinde Arap harfleri ile yazılı eser bulunan pek çok kişi korkularından bu kitapları imha edip yaktı. Buna kıyamayanlarda kitaplarını sarıp toprağa gömdü.

         Kısacası ülke baştanbaşa bir kitap mezarlığı haline gelmişti... Tıpkı yakın geçmişimizde faili meçhullerin mezarlığı olduğu gibi.

          Aslında o kese kâğıdına konan tarihin bizlere tevarüs etmiş olduğu şuurdu. Hani şu Akif’in kavgasını verdiği şuur var ya, işte o.

         Bunu Matbuat Umum Müdürü Vedat Nedim Tör, şu cümlelerle faş edecektir:

         “Bizler ne şekilde ve surette olursa olsun, memleket dâhilinde dini neşriyat yapılarak dini bir atmosfer yaratılmasına ve gençlik için dini bir zihniyet fideliği vücuda getirilmesine taraftar değiliz”

         Anlaşılan Tör ve Tör gibiler Koca Akiflerin, Bediüzzamanların zamanın rahmine diktikleri fidandan habersizdiler. Veya zor uygulayarak yokluğa mahkûm edeceklerini sanıyorlardı.

         Fakat yanıldılar! O tohumlar ağaç oldu da meyveye durdu bile.