Yıllar öncesiydi; post-modern darbenin güçlü komutanlarının Olympos dağındaki tanrılar gibi kükrediği günlerdi; kullanılmaya elverişli medyanın irtica ile yatıp irtica ile kalktığı günlerdi...

         Demokrasiye tanklarla balans ayarı yapılan günlerdi...

         Başbakana en adi şekilde küfredebilme cüreti ve nezaketsizliğinin kameralar önünde fütursuzca sergilendiği günlerdi...

         Bir bayan bakan için “kazığa oturtacağım” gibi son derece, “seviyesiz” değil, “çukur” sözlerin kabadayıca sarf edildiği günlerdi...

         Kudüs gününde oynanan oyunda, İsrail askerleri temsilen taşlandı diye tiyatroyu tertip edenlere 17 yıl ağır hapis cezasının, adaletle(!) verildiği günlerdi...

         Koca koca hâkimlerin brifing için otobüs otobüs taşındığı günlerdi...

         Sulu gözlü Fadime’lerin ekranlarda sık sık arzı endam edip en güçlü aktörlere taş çıkartırcasına kendisine biçilen rolü oynadığı günlerdi...

         Başörtüsü ile meclise bir vekil geldi diye, diğer parti vekillerinin ellerini çırpmak suretiyle hep bir ağızdan “dışarı, dışarı” diye tempo tuttuğu günlerdi...

          Amerikan ve Batı emperyalizmine karşı, Türkiye önderliğinde D8 adı altında bir blok oluşturmak için yapılan çalışmaları engellemek için, yasa dışı “Batı Çalışma Gurubu”nun kurulduğu günlerdi...

         Yine Türkçe namaz gibi anlamsız ve yersiz tartışmalar çıkartılarak, Batı’ya karşı “yüreğinizi serin tutun” mesajının verildiği günlerdi... Daha açık bir ifadeyle hükümetin D8 girişimi ile “İslam” etrafında birlik oluşturmaya çalıştığı esnada, “biz güçlüler bunu asla kabul etmeyiz, İslam’ı uluslar arası değil, ulusal bazda dikkate alırız, gerekirse namazı bile ulusal dille kıldırırız ” demeye getirdikleri günlerdi...

         Böylece Batıya karşı, “sizler dünyanın efendilerisiniz, bunu kimselere bozdurmayız”  şeklinde göz kırpıldığı günlerdi...

         Kısacası “Batı” yararına çalışmanın çok yoğun olduğu günlerdi... Batının “merkez” Türkiye’nin ise “taşra” olduğunun topluma kabul ettirilmesi için her türlü baskı ve psikolojik savaşın reva görüldüğü günlerdi...

         İşte bu günlerden birinde, kullanılmaya elverişli medyanın bütün kameraları bir ilkokulun önüne birikmişti. Ne için mi? Küçücük bir çocuğu kaydedebilmek için... Daha doğrusu linç etmek için.

         Beklenen çocuk, başörtüsü ile milletvekili seçilen Merve Kavakçı’nın çocuğuydu.

         Kurban görünür görünmez etrafını bir gurup arkadaşı çevirdi ve başladılar tempo halinde bağırmaya:

         “Türkiye laiktir laik kalacak.”

         Aman Allah’ım! O ne iğrenç bir sahne idi. Kurban kaçıyor diğer küçükler ise tempo tutarak kovalıyordu; peşlerinden koşturan kameralarda yaşanan bu linç olayını kayıt altına alıyordu.

         Linç edenlerde, edilende çocuktu; olayın düzenleme olduğu besbelliydi; küçücük çocukların siyasetle laiklikle ne ilgileri olabilirdi ki?

         Ortaya konan bu adi senaryonun, çocukların küçücük ruhlarında yaratacağı incinme kimsenin umurunda bile değildi.

         Önemli olan haber bültenlerinde “irtica” aleyhine yayınların yapılmasıydı. Böylece post-modern darbenin kudretli paşalarının gözüne girilmesiydi.

         Çocuk deyince aklıma geldi... Efendimiz Hazretleri çocukları çok sever, başlarını okşar her biri ile ayrı ayrı ilgilenirmiş. Bakmış çocuklardan birisi görünmüyor merak etmiş. Öğrenmiş ki o çocuğun çok sevdiği kuşu ölmüş; bu nedenle çok üzgünmüş ve dışarıya çıkmıyormuş.

         Bunu öğrenen Âlemlere Rahmet olarak gönderilen Efendimiz hemen o çocuğun evine giderek “duydum ki kuşun ölmüş, başın sağ olsun” diyerek taziyede bulunmuş.

         Gel de şimdi mukayese et!

         Bir tarafta çocuğu çocuğa linç ettiren ideolojiperestler; diğer yanda ise kuşu öldü diye bir çocuğu ziyaret edip teselli eden Peygamber...

         Ha!.. Biliyorsunuz o dönemde bir bedbaht Gata’da yaptığı konuşmada İstiklal Marşımızdaki “Bedrin Aslanları ancak bu kadar şanlı idi” mısraını diline dolayarak önce milli şairimize “Arap Milliyetçisi” demiş, sonrada utanmadan Bedir savaşında ki Müslümanlar için “üç beş yüz bedevi” diyerek hakarette bulunmuştu.

         Bunlardan biriside tek önderimiz Efendimiz Hazretleriydi...

          Eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un tutuklanması üzerine Kılıçdaroğlu 27 Nisan bildirisini yayınlayanları kastederek “Niye bu dönemi yargılamıyorsunuz ?”diye sormuş.

         Bence haklı sormuş... 27 Nisan muhtırasını yayınlayanlarda yargılanmalı hatta önce 28 Şubat Post-modern darbesinin bütün aktörleri yargılanmalıdır.

         Yargılanmalıdır ki adalet yerini bulsun.

         Ve yasadışı örgüt kurarak toplumla uğraşanlar bu dünyada da hesap versin.

 

         Not: Bu yazıyı kaleme aldıktan sonra Has Parti tarafından 28 Şubat dönemi  için Savcılığa şikayette bulunulduğunu öğrendim. Adaletin tecellisi için yararlı olacağı inancındayım. Rütbesi makamı ve mevkii ne olursa olsun kimsenin yaptığı yanına kalmamalı. Yasalar herkes için geçerlidir...Ayrıca Has Parti'yi bu onurlu tavrı nedeniyle tebrik ederim.